Mafya babası olmak! | Cem ÖZEL

Mafya babası olmak! | Cem ÖZEL

[avatar user=”cemozel” /]
Cem ÖZEL

Kullanıcı Hizmetleri Yöneticisi/Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi

Çok tanınmış bir mafya babası olmak isterdim. Yanlış duymadınız bildiğin, kanlı canlı mafya babası; ama bir farkla! Eli kanlı değil de beli kitaplı mafya babası olmak isterdim.

Mafya demek güç demek. Maalesef biz insanların çok sevdiği ve taptığı bir şeydir “güç!”

Öyle insanlar var ki, müthiş zehir. Enfes buluşlar yapmışlar, kendilerinden bahsedeceklerine bir vesileyle uzaktan yakından, dolaylı ya da dolaysız olarak ilişki kurduğu mafya babasını anlatırken gözlerinin içi parlıyor. Bu ilişkiden aldığı keyif gözünden dışarı fırlayacak gibi oluyor. Şöyle bir örnek vereyim. Şöyle bir cümle kurabiliyorlar mesela. “Bizim kayınço geçenlerde, yurtdışında bir araba aldı. Kimden aldı biliyor musun? … mafya babasından.” İşte böyle. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kimi askerlik arkadaşım der, kimi sınıf arkadaşım…

Yukarıda “güç”ten bahsettim; ama şimdi farkediyorum ki, eksik söylemişim. “Güç” kavramı, onları “popüler” hale de getiriyor. Güç ve popülerlik de birleşince, ikisi maşallah öyle bir sinerji yaratıyor ki, yeme de yanında yat.

Yazının başında da bahsettiğim gibi çok tanınmış bir mafya babası olmak isterdim. Sonra da ilave etmiştim. “Eli kanlı değil de beli kitaplı mafya babası.” Adı da olsun olsun “Bilgi Mafyası” olsun.

Mafya babası olma isteğimin nedenlerini az çok ele verdim aslında. İnsanları, daha çok da ergen gençleri, gücüyle ve  popülerliğiyle etkileyebilme gücüne sahip mafya babalarının davranışlarının örnek alındığını düşünürsek ve bu davranışları kitap okumaya özendirirsek müthiş bir güzellik ortaya çıkmaz mı?

Ben böyle bir mafya babası olsam zorla bir gazeteyi arayıp “Gelin bakayım, benimle bir röportaj yapın”, derdim. Bir de üstüne tehdit savururdum: “Eğer benimle röportaj yapmazsanız, köşe yazarlarınızın yazılarını didik didik eder, yazım yanlışlarını bütün kamuoyuna açıklarım.” derdim.

Sözüm ona mafya babasıyım ya, röportaj sorularını da kendim hazırlayıp muhabirin eline tutuşturup “Bunları soracaksın” diye bir tehdit daha savururdum.

İşte o sorulardan bazıları şunlar olurdu:

Kitap okumaya ne zaman başladınız?

Rus edebiyatı mı yoksa Fransız edebiyatı mı?

Hayatınızı değiştiren bir kitap oldu mu?

Siz olsanız Nobel Edebiyat ödülünü Türkiye’den kime verirdiniz?

Nobel edebiyat ödülünü elinin tersiyle iten Sartre idolünüzmüş, doğru mu?

Sizin Orhan Baba’nız hangisi? Orhan Kemal mi yoksa Orhan Pamuk mu?

Oblomov’da kendinizi bulduğunuz oluyor mu?

Hangi edebiyat dergilerini takip ediyorsunuz?

Tutunamayanlar’ı bir silah gibi belinizde taşıdığınız söyleniyor, doğru mu?

Notos Öykü dergisine bir öykü yayınlayacağınız konuşuluyor. Heyecanla bekliyormuşsunuz doğru mu?

Gençlere tavsiye edeceğiniz 10 kitap desek?

Bu soruları zorla sorduran mafya babasına can kurban. Röportaj sonrasında bir de binlerce kitaptan oluşan kitaplığı önünde fotoğraf çektirdi mi değme keyfine.

Röportajı okuyan gençleri düşünsenize! Şimdi bu gençler, eline silah almayı mı yeğler yoksa beline kitap takmayı mı, kahveye mi gitmek ister yoksa kütüphaneye mi, rakipleriyle kavga edip birbirlerine girmeyi mi yoksa okudukları kitaplar üzerine amansız bir tartışmaya girmeye mi?