“Dijital Obezite” ve Kütüphane Kurumu | Prof.Dr. Bülent Yılmaz
[avatar user=”bulentyilmaz” /]
Prof.Dr.Bülent YILMAZ
Hacettepe Üniversitesi BBY Bölümü Öğretim Üyesi
Sevgili Tanol Türkoğlu Bölümümüz tarafından düzenlenen 8. Uluslararası Değişen Dünyada Bilgi Yönetimi Sempozyumu’ndaki davetli konuşmasında “gerçek ötesi” olgusunu irdelerken “dijital obezite” kavramını kullandı. Sonra aynı konuyu Herkese Bilim ve Teknoloji (9 Kasım 2018, sayı: 137) dergisindeki köşesinde de yazdı.
Anladıklarımı da ekleyerek şöylece özetleyebiliriz Türkoğlu’nun dikkat çektiklerini: Dijital obezite internette geçirilen aşırı zamanın dijital sonuçlarıdır. Dünyada dört milyar internet kullanıcısı günde ortalama 6 saatini internette geçiriyor. Türkiye’de ise bu süre 7 saat dokuz dakika! Geçirilen bu süre üretici, yapıcı amaçlar için kullanılıyorsa az; sosyal medya ortamlarında tüketim amacıyla geçiriliyorsa çoktur! Yani nicelik değil nitelik önemli. Ve hem dünyada hem de Türkiye’de internetin tüketim amaçlı kullanımının ağırlıkta olduğu araştırmalarla belirlenmiş. İşte bu nedenle dijital obezite! Yani aşırı ve işe yaramayan, tüketim amaçlı kullanım. Daha önce de bir başka yerde “örneğin çocuğumuz günde 6-7 saat kitap okusa mutlu olur ve övünürüz. Neden aynı süre internet kullanınca yanlış buluyoruz? Eğer interneti üretici amaçlarla kullanıyorsa sorun yok,” biçiminde bir değerlendirmeyi okuduğumu anımsıyorum. Dolayısıyla, sorun interneti uzun süre kullanmamız değil, tüketici olmamız yani “obezce”, sağlıksız biçimde, bizi geliştirmeyen, bize zihinsel katkıda bulunmayan, yararsız (abur cubur) nedenlerle/amaçlarla kullanmamızdır. İnternette önümüze gelen her şeye (abur cubura) ciddi bir ayrım/ayıklama yapmadan bakmak, okumak, izlemek, beğenmek, yorum yapmak, ilgilenmek vb.dir dijital obeziteye neden olan. Önümüze gelen her şeyi hiçbir seçime gitmeden atıştırmaktır, yemektir yani. Sonuç, aşırı ve sağlıksız “zihin şişmanlığı” yani dijital obezite!
Peki, interneti tüketici/abur cubur amaçlarla kullanmanın, dijital obezitenin yarattığı sorun(lar) nedir?
Dış dünyadan giderek daha fazla ve aynı nitelikte yüz binlerce, milyonlarca sinyal alan ve bunları işlemek zorunda kalan insan beyni daha çabuk yoruluyor ve tükenmişlik sendromu yaşamaya başlıyor. Ve beyin bu sinyalleri işlemek (aklı kullanmak) yerine kolaya kaçma yolunu seçiyor: Duygularına, kişisel inançlarına, içgüdülerine dönmek! Zihni aşırı yorulduğu ve hatta tükendiği için şimdiyi anlamakta, geleceğini tasarlamakta zorlanan birey, “gerçeğe değil onun yanlış algısına/bilgisine, yalana inanmak” anlamına gelen “gerçek ötesi”nin, yani “kolay” dünyanın tuzağına düşüyor. Onun için gerçek değil, çoğu zaman kolay olan içgüdüsel duygular yönlendirici ve inandırıcı oluyor. Eh, bu da insanlar üzerinden, onların duygularına, kişisel inançlarına hitap ederek güç kazanmak ve bunu sürdürmek isteyenler için bulunmaz nimettir!
Dış dünyanın milyonlarca dijital sinyaline maruz kalan/bırakılan beyinler yorgundur, zihinler tükenmiştir, akıl devre dışıdır. Bu durumda devreye duygular girer; duygular etkilenmeye ve inanmaya hazırdır. Tek yapılması gereken duyguları bir biçimde harekete geçirerek, inandırmaktır. Onlar için, inandırılan şeyin gerçeğe uygun/doğru olması gerekmez.
Çözüm Türkoğlu’nun belirttiği üzere, dijital detoks değil. Yani, belli dönemlerde internette, dijital aletlerle, uygulamalarla zaman geçirmeyi sınırlamak değil. Bu “pansuman çözüm” olur. Zaman zaman diyet yapıp sonra yeniden eski yeme alışkanlıklarına dönmek gibi. Asıl önemli olan kalıcı, dengeli bir dijital etkileşim modeli/süreci geliştirebilmek ve uygulamaktır.
Ve ekliyor Türkoğlu: Çözüm, yani sözü edilen kalıcı ve dengeli dijital etkileşim için dijital medya okuryazarlığı/bilgi okuryazarlığı becerilerini kazanmak/kazandırmak, üstelik bunu 2-3 yaşından itibaren eğitimle kazanmak/kazandırmaktır. Yani medyayı, interneti üretici amaçlarla; araştırma, eğitim, kültür, bilgilenme nedenleriyle kullanmayı öğrenmek, yalan/yanlış olan bilgiyi, mesajı, görüntüyü doğru olandan ayırt etmek, kullanmamak ve izlememektir.
Kütüphanecinin günümüz dünyasında güncel ve çağdaş işlevlerinden birisi de öncelikle kendisinin güçlü bir bilgi okuryazarı/dijital okuryazar olması, bu okuryazarlıkların gerektirdiği tüm becerileri kazanması ve sonra da bu okuryazarlıkları/becerileri kullanıcılarına kazandırmak için eğitmesidir. Bu konudaki eğitimler her tür kütüphane için sürekli eğitim programlarının vazgeçilmez ve öncelikli parçası olmalıdır.
Ve kütüphaneler elbette doğru seçilmiş, nitelikli kütüphane kaynaklarıyla “doğru bilgiyi” sunmaya ısrarla devam etmeli ve “gerçek-ötesi”ne, yalan/yanlış bilgiye izin vermeyen güvenilir kurumlar olmalıdır. Kütüphaneler abur-cuburu (yanlış bilgiyi) değil, sağlıklı ana yemekleri (doğru bilgiyi) sunan kurumlar oldukları ölçüde dijital obezite ile mücadele eden güvenilir kurumlar niteliği kazanacaktır.
Unutulmamalıdır ki; kütüphane ve kütüphaneci, hayatı, değişmeyi, ilerlemeyi, evrensel olanı yakaladığı ve bunlara uyum sağladığı sürece varlığını koruyacaktır. Geriye gitmek ve hatta yerinde saymak bizi yok eder.
Bu durumda, pandalarla aynı kaderi paylaşmak yüksek olasılıktır. Ve bu kaderin sorumluluğu da hepimizin olacaktır.
Yorum gönder