Kıraathane-Kütüphane Meselesi Üzerine | Prof.Dr. Bülent Yılmaz

Kıraathane-Kütüphane Meselesi Üzerine | Prof.Dr. Bülent Yılmaz

[avatar user=”bulentyilmaz” /]
Prof.Dr.Bülent YILMAZ

Hacettepe Üniversitesi BBY Bölümü Öğretim Üyesi

Son dönemde gündeme gelen ve bir süredir tartışılan kıraathaneler konusunda tarihsel-kuramsal bağlamda ve kütüphane kurumu ile ilişkisi, olası sonuçları açısından düşünmeye ve biraz gecikmeli de olsa bir değerlendirme yapmaya gereksinim olduğunu düşünmekteyiz. Geçtiğimiz süreçte bazı meslektaşlarımızın bu konuda açıklama ve yorumları da olmuştur. Ancak konuyu biraz daha netleştirmekte yarar vardır.

Kıraathane sözcüğü Arapça “okuma” anlamındaki kıraat ve Farsça “yer, mekan” demek olan hane sözcüklerinin birleşmesinden oluşan ve “okuma yeri/mekanı” anlamına gelen bir bileşik sözcük.

Kıraathane, TDK Türkçe Sözlük’te, ”Kahve, kahvehane; müşterilerinin okumaları için gazete, dergi ve kitap bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmiş kahvehane.” olarak tanımlanıyor.

Kısaca, kıraathane, çay-kahve de içilen okuma yeri demek.

Kıraathanenin ne olduğunu anlamak için tarihsel çıkış nedenine ve gelişim sürecine kısaca bakabiliriz.

Her şeyden önce tarihsel olarak kahvehane-kıraathane ayrımını yapmanın kolay olmadığı, bazı kaynaklarda bu ayrımın yapıldığı, bazen aynı kurumlar olarak anıldığı söylenebilir.

Peçevi tarihine yapılan atıfla Osmanlı’da kahvehanelerin 1550’lerden sonra, kıraathanelerin ise Abdülmecid döneminde (Tanzimat dönemi) görülmeye başlandığı ve ilk kıraathanenin 1864’te Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye Derneği’nde Münif Paşa tarafından açıldığı belirtilmektedir.

Kıraathaneler, başlangıçta okuryazar, entelektüel kesimin özellikle gazete, dergi okuyup, edebiyat, siyaset tartışmaları yaptığı, tavla, satranç oynadıkları yerler.

Ancak, Osmanlı geleneksel toplum kültürünü şekillendiren saray, medrese ve cami dışında, “sivil” bir anlayışla ortaya çıkan kahvehaneler ve kıraathaneler, bir süre sonra, başta iktidar olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinin pek sık rastlanmayan tepkisiyle karşılaşmış, ‘miskinlerin buluşma mekânı ve fitne yuvası’ olarak görülmüştür. Kahvehanelerin önce tümü kapatılmış, çözüm olmayınca tek tek kapatılmaya çalışılmış, ancak sayı artmaya devam etmiştir. Sayı olarak 19. yüzyılda 2.500’lere ulaştığı söylenmektedir.

Kahvehaneler ile ilgili en keskin ve olumsuz eleştirilerin, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy tarafından yapıldığı da görülmektedir. Akif, onlar için “Şark’ın harim-i kaatilidir,” (Doğu’yu öldüren unsurdur) diyor.

Tarihsel olarak, okuryazar, edip, entelektüel kesimin okuyup, tartışma yeri olarak ortaya çıkan kıraathanelerin, bir süre sonra muhalif aydınların görüşme mekanlarına ve zamanla da günümüzdeki anlamına ve işlevine yakın kahvehanelere dönüştükleri anlaşılmaktadır.

Tarihçi Sinan Çuluk’a göre, kıraathaneler ile ilgili günümüzde oluşturulan yaygın kanı:

  • Kıraathanelerin Osmanlıda ilim yuvası olduğu.
  • Osmanlının ilk zamanlarından itibaren kıraathaneler açıldığı,
  • Kıraathanelerde tavla, iskambil gibi oyunların oynanmadığı yönündedir.

“Oysa,” diyor Çuluk, “Osmanlının büyük bir zaman diliminde matbaa yok, kitap yaygın değil, Avrupa’da 1600’lerin başından itibaren gazete yayınlanır, bizde neredeyse 200 yıl ihtiyaç hisseden yok. 1860’larda okumak, dünyayı anlamak, tanımak isteyen bir nesil zar zor meydana gelebilmiş. Kıraathane bunların icadıdır.  O dönem kıraathanelerin en büyük işlevi, ülkeye girişi kanunen her an yasaklanan muhalif Jön-Türk ve yabancı gazeteleri okuyabilmektir. Aydınlar bu ihtiyacı gidermek için Osmanlıya muhalif bir iş yapıyor. Kıraathaneler çoğunlukla yasak yayın dolu, sürekli devletin takibi altında fesat yuvası olarak nitelenen yerlerdir. İkide birde baskına uğrarlar, gazete koleksiyonlarına el konulur. Hatta Takvim-i Vekayi’lerin bulunması bile istenilmez. Buralarda yerine göre çalgı da çalınır, tavla iskambil de oynanır. Batı dünyasının kafe-lokal havasını Osmanlıya yansıtırlar. Kıraathanelerde bulunmasına izin verilen yayın çeşitliliği için dört kriter geliştirilmiş. Mu’tekidat-ı Diniyye, Hukuk-ı Seniyye, Menafi-i Devlet-i Aliyye, Adab u Ahlak-ı Umumiyye”.

Bu tarih arka planı ile kıraathanelerle ilgili bazı saptamalar yapılabilir.

  • Kıraathaneler belirli bir tarihsel dönemin, koşulların ve gereksinimin ürünüdür. O koşullar değişip, yok olunca onlar da yok olmuştur.
  • Kıraathaneler ortaya çıktıktan sonra hep aynı niteliği taşımamış ve korumamışlardır. Aydın, okumuş ve muhalif kesimin okuma, tartışma ve buluşma yerleri iken, zamanla günümüzün kahvehanelerine dönüşmüşlerdir.
  • Zaman zaman devlet tarafından zararlı, sakıncalı yerler olarak görülüp, kapatılmıştır.
  • Sadece erkeklerin ve yetişkinlerin gidebildiği mekanlar olmuştur.
  • Erkekler arasında da tümünün değil sadece okuryazar, entelektüel, üst düzey eğitimli ve sosyo-ekonomik statüsü yüksek, çok sınırlı/belirli bir kesimin gittiği yerlerdir.
  • Kişilerin açtığı, ticari niteliği olan mekanlardır.
  • Toplumsal bilgilenme süreci açısından çağın ve toplumun koşulları nedeniyle etkileri ve işlevleri süreli ve sınırlı olmuştur.
  • Osmanlı’da kıraathaneler olsun olmasın çeşitli türde kütüphaneler hep var olmuştur. Yani kıraathane kütüphanenin yerini o zaman da alamamıştır. Zaten öyle bir niyetleri olmamıştır, olamazdı da.

Peki, günümüzün tartışma konusu olarak ve Türkiye’de yeniden canlandırılmaya çalışılması bağlamında kıraathaneleri kütüphaneler açısından nasıl değerlendirebiliriz?

İlgili Bakanlığın konu ile ilgili ne düşünüldüğü, planlandığı ve yapıldığı hakkında doyurucu bir açıklama yapması beklenirdi ve bu çok iyi olurdu. Buradaki değerlendirmelerimiz rastladığımız kısa açıklama, haber vb.ne dayalı olarak yapılacaktır.

Şimdiye kadarki uygulamaya, KYGM ya da belediyeler tarafından açılan kıraathanelere baktığımızda genelde şöyle yaklaşımların benimsendiği görülmektedir: Ya var olan halk kütüphanelerinin adına “kıraathane” ekleniyor/kıraathane olarak değiştiriliyor, ya yeni kıraathane açılıyor ya da bir halk kütüphanesinin bir bölümü (ki genelde süreli yayınlar bölümü) kıraathane olarak adlandırılıp, düzenleniyor ve bununla halk kütüphanesi içinde kıraathane hizmetinin verilmeye başlandığı söyleniyor. Ve çay, kahve, çorba ve kek ikramı sağlanıyor.

Kıraathane-kütüphane konusu ile ilgili olarak kısaca şunlar söylenebilir:

  1. Öncelikle, toplumun bilgilenme ve okuma kültürünü geliştirecek, buna katkıda bulunacak her uygulamaya, kuruma olumlu bakılması gerektiğini düşünmekteyiz.
  2. Ancak kıraathane ve kütüphane tarihsel olarak da sosyolojik olarak da iki farklı kurumdur. Kıraathane kütüphane değildir; kütüphane de kıraathane değildir, olamaz. Nitekim halen Türkiye’de kıraathaneye örnek/model olarak gösterilen ve gerçekten iyi işleyen, modern bir belediye/halk kütüphanesi olan İstanbul’daki kütüphanemizin kütüphanecisi/sorumlusu meslektaşımız da bu kurumun bir kıraathane olmadığını, kütüphane projesi olduğunu olduğunu belirtmiştir.
  3. Türkiye’de halen 22 halk kütüphanesinin kıraathane adını aldığı ve kıraathane hizmeti vermeye başladığı belirtilmektedir. Her ne kadar kıraathane adını aldığı ve kıraathane hizmeti verdiği söylense de bizce bunlar halk kütüphanesidir ve halk kütüphanesi hizmeti vermektedir.
  4. Kıraathane tarihsel ve sosyolojik olarak ömrünü tamamlamış bir kurumdur. Oysa kütüphane, varlığını yaklaşık 4000 yıldır evrensel düzeyde koruyan ve sürdüren, daha da sürdürecek olan bir kurumdur.
  5. Kütüphane kıraathanenin işlevlerini kitap, dergi, gazete dermesi, grup çalışma odaları/salonları, kütüphane kafeleri, kültürel etkinlikleriyle en azından 200-250 yıldır zaten içermekte ve gerçekleştirmektedir. Ancak bir kıraathane kütüphanenin tüm işlevlerini gerçekleştiremez, onun sadece bir parçası (süreli yayınlar bölümü, etüt, ders çalışma mekanı vb.) işlevi görebilir.
  6. Kıraathane kavramı ve uygulamaları toplumumuzda kütüphane ve kütüphanecinin zaten zayıf olan mesleki kimliğine ve statüsüne zarar verebilir.
  7. Kıraathaneleri yeni alternatif okuma, bilgilenme kurumları olarak öne çıkarmak kütüphaneyi ve kütüphaneciyi arka plana atma riski taşımaktadır. Daha açıkçası, bu durum, toplumsal algı ve kabul düzeyimizde hala yeterince güçlü bir yeri olamayan kütüphane ve kütüphaneciyi daha da alta itebilecek, kütüphane ve kütüphanecinin kazanmaya çalıştığı değerini, mesleki kimliğini zedeleyecektir. Yani, iyi niyetli de olsa bu yeni yaklaşım kökleşmeye, yeni yeni ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kurumu ve mesleği yıpratacak riskler taşımaktadır.
  8. Kıraathane yaklaşımı ve uygulamaları, özellikle halk kütüphaneleri üzerine son yıllarda gerçekleşen yoğunlaşma çabaları ve desteği zayıflatabilir.
  9. Kütüphane ve kütüphanecilik evrensel nitelikli bir kurum, meslek ve bilim dalıdır. Bugün Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümünden mezun olan bir kütüphaneci/arşivci dünyanın her hangi bir ülkesinde mesleğini gerçekleştirebilecek bilgi ve beceriye sahiptir. Literatür, terminoloji, mesleki teknikler, yöntemler, ilkeler, değerler, organizasyon ve hizmet yapısı, gelişmeler, değişmeler açısından dünyadan kopamayız. Kısaca, çağımızın bilgilenme, okuma kültürü yaratma kurumu evrensel olarak kütüphanedir.
  10. Günümüzde sanal, elektronik, dijital kütüphaneler, elektronik kitap, gazete ve süreli yayınlar, veri tabanları, bilgi mimarisi, algoritmalar, robotik teknolojiler, nesnelerin interneti, büyük veri yönetimi, dijitalleştirme, 4. sanayi devrimi konularıyla ilişkilendirilen kütüphaneler dünyasından en azından fikir olarak uzaklaşamayız. Türkiye’de bu konuda yapılan tartışma ve gerçekleştirilecek bu türden yaklaşım ve uygulamalar böyle bir olumsuzluğu besleyebilir.
  11. Toplumumuzda kıraathaneye ilişkin tarihsel ve kültürel olarak bir “yetişkin erkek mekanı” ve “kahvehane” algısı vardır. Kütüphane kurumu için ise tam tersine ayrımsız “herkesin gidebileceği eğitim-kültür mekanı” algısı yerleşmiştir. Dolayısıyla, kıraathane ile ilişkilendirildiğinde kütüphane ve kütüphaneciye yönelik algı olumsuz yönde etkilenecektir.
  12. Bu uygulama (zaten bu işi yapan bir kurum varken aynı işlevi görecek benzer bir kurum açmak) kaynaklarda israf ya da var olan kaynakların halk kütüphanelerinden bu kurumlara kaydırılması, dolayısıyla halk kütüphanelerini zayıflatma riski de taşımaktadır.
  13. Kıraathane yaklaşımı ve uygulaması tarihsel ve sosyolojik olarak gerçekçi ve kalıcı görünmemektedir.

Belediyeler ya da kişiler istiyorlarsa bu adla ve okuma işlevi ile sınırlı yeni kıraathaneler açabilirler. Bir süre sonra onların da nasıl ders çalışma yerleri/etütler haline dönüştükleri görülecektir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta kıraathane yaklaşım ve uygulaması ile Bakanlık ve belediyeler bünyesindeki halk kütüphaneleri, kütüphanecileri ile genel anlamda kütüphane ve kütüphaneci algısına, meslek kimliğine, statüsüne zarar verilmemesidir.

Kıraathanelerle hedeflendiği belirtilen, “toplumda okuma kültürünü geliştirmeyi” istiyorsak, insanların okumasını, tartışmasını istiyorsak, bunlar için mekan yaratmak istiyorsak, ki zaten bunun için kütüphaneler, özellikle halk kütüphaneleri vardır, yapılacak ilk şey bir kütüphane ve meslek yasası çıkarmak, ulusal politika belirlemek, var olan kütüphaneleri geliştirmek, eksiklikleri tamamlamak, yeni kütüphaneler açmak, kütüphanelere yeterli sayıda kütüphaneci atamaktır. Sorun ve çözüm aslında bellidir ve basittir. Yeni formüller aramaya gerek yoktur.

Eğer mutlaka çay, kahve, kek ikramı düşünülüyorsa, bunu kütüphane çalışanlarına yaptırmak da doğru ve ekonomik değildir. Bu hizmet için kütüphanelerin girişine mümkünse bir küçük kafe yapılır, değilse bir çay, kahve, su, kek otomatı konulur ve bu ürünler ücretli ya da ücretsiz (bu ihtimalin sonuçlarını uzun ve rahatsız edici kuyruklar olarak tahmin ediyorum) olarak sunulabilir.

Kısaca söylemek gerekirse, kıraathaneleri yeniden canlandıralım derken “halk kütüphanelerini ve kütüphanecilerini zedeleme” riski ve sorumluluğu üzerine ciddi olarak düşünmeliyiz.

Umarız ki yanılıyoruzdur/yanlış düşünüyoruzdur ve bu risk gerçekleşmez.

Saygılarımla,

Yararlanılan Kaynaklar

https://www.mynet.com/turkiye-nin-ilk-kiraathanesi-ankara-da-acildi-cay-kahve-kek-bedava-110104215744#7710383

Aydın, Necati. http://www.oncevatan.com.tr/kiraathane-makale,41996.html
Çuluk, Sinan. https://www.facebook.com/sinanculuk/posts/1047517885400221 29 Haziran 2018)

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5bdffca4847379.65127089

https://www.superhaber.tv/kiraathane-nedir-ne-demektir-kahvehane-ile-farki-ne-haber-92268

http://www.haber7.com/guncel/haber/2651168-iste-erdoganin-bahsettigi-o-kiraathane

http://www.ensonhaber.com/halk-kutuphanesinde-millet-kiraathanesi-hizmeti-basliyor.html

 

 

2 comments

comments user
Selahattin Öztürk

Örnek gösterildiği söylenen mekanı, dışarıdan aldığı bilgilerler tanımlamak, kurum ve şahıs adını zikretmeden İstanbuldaki kütüphane ve kütüphanecisi/sorumlusu demek yerine isim vermek daha etik bir yaklaşım olabilirdi.

    comments user
    Bülent Yılmaz

    Selahattin Bey,

    Bense tam tersine bunun etik olduğunu düşünüyorum. Yazı sizin kütüphaneniz ile ilgili değil. Yazı kıraathane meselesine yönelik genel güncel bir değerlendirme yazısı. Asıl adınızı vermek yanlış olurdu. Tüm konuyu doğrudan sizinle ilişkilendirmek olurdu. Kütüphanenizin fotoğrafını basında yer aldığı için, iyi bir kütüphane örneği olduğu için ve örnek gösterildiği için kullandım. Cümleniz de basında yer alıyor zaten. Sonda kaynak gösterdim. Eğer yine de rahatsız olduysanız ve isterseniz hem o cümleyi hem de fotoğrafı kaldırtabilirim.

    Bence yazı ile ilgili sizin açınızdan rahatsız olmanızı gerektiren bir durum yoktur.

    Çünkü konunun herhangi bir kişi ya da kütüphane ile ilgisi yok gerçekten.

    Ya da tam tersini de yapabilirim ve hem sizin hem de kütüphanenizin adını isterseniz yazıya hemen ekleyebilirim. Ben asıl bundan rahatsız olabileceğinizi düşünerek yazmadım.