Hedef 100 kitap! | Cem ÖZEL

Hedef 100 kitap! | Cem ÖZEL

[avatar user=”cemozel” /]
Cem ÖZEL

Kullanıcı Hizmetleri Yöneticisi/Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi

Bu yıl kendime söz verdim. 100 kitap okuma sözü. Ocak ayından bugüne geldiğimizde henüz 69 tane okumuşum. Kaldı 31. Bu okuduğum 69 kitabın içinde ne cevherler vardı ne cevherler. Kimse “okuduktan sonra değişmedim” diye demesin. Hani bir laf vardır. “Aynı nehirde iki kez yıkanmaz” diye. Neymiş efendim su akar gidermiş de aynı suyu bulamazmışız. Sanki aynı gölde iki kere yıkanıyor mu ki insan? Göl durağan olsa bile kişinin kendi değişmiyor mu? İlk yıkandığın senle ikinci kez yıkandığın sen arasında dağlar kadar fark yok mu?

İşte bu farkları yaratmaya en müsait dostlar da, dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz; ama yine kitaplardır.

Bazen bir duygu, bazen bir bilgi, nice fikrimizi değiştirmez mi, hayata bakış açımız, yönünü kuzeyden batıya ya da doğudan güneye çevirmez mi? Nice önyargılar sanal balta darbeleriyle parçalanıp un ufak edilmez mi zihnimizde?

Ah o kitaplar! Hele bir de şanslıysak, güzel bir yılsa bizim için ve şansımıza çok güzel kitaplarla karşılaştıysak, deymeyin keyfimize.

Ben bu yıl o kitaplarla fazlasıyla karşılaştım. Öncelikle Buket Uzuner kitaplarının güzelliğine kapıldım. Öyle zevk alarak okudum ki, hazzın yanında pek çok da yeni bilgiler edindim.

Nicedir okumayı arzulayıp da okuyamadığım Tutunamayanlar’ı okuyup bitirdim. Kendimi 5 yaş daha olgunlaşmış hissediyorum şimdi.

Bir yazarın kitabını okudum; ama ne yazarın ne de kitabın adını burada anacağım. E bazen çürük elmalar da yiyeceğiz. O çürük elma tadındaki kitaplar, insanın zamanının aslında ne kadar değerli olduğunu ve hızla akan şu zamanın içinde seçici olmanın ne kadar önemli olduğunu bizlere anımsatıyor. Kötü kitapları deneyimlemek güzel kitapların kıymetini bildirtiyor.

Bu zaman diliminde Fakir Baykurt’la tanıştım. Geç oldu; ama temiz oldu. Fakir Baykurt’ta çok sevdiğim Orhan Kemal’in tadını aldım. Diğer kitaplarını da zevkle okuyacağım.

Ercan Kesal’ın önerdiği Jean Echenoz imzalı Koşmak adlı kitabı okurken de bazen farklı olmanın ne kadar işe yaradığını gördüm.

Sonra Japon kültürüne merak sardım ve çok hoş bir kitap okudum. Japonların ne kadar mütevazı olduklarını, kültürlerini, kişilik yapılarını oralara gitmeye gerek kalmadan bir güzel öğrenmiş oldum Neslihan Sağlam imzalı Duyduğum ve Gördüğüm Japonya kitabıyla.

Koku adlı kitabıyla meşhur olan Patrick Süskind’in Güvercin’iyle yeni denizlere yelken açtım. Bir banka bekçisinin sıraiçi hayatının nasıl sıradışı olduğuna okurunu şahit etmekle üstüne yoktu.

Ceviz büyüklüğündeki bir İnci’nin nasıl başa bela olabileceğini Steinbeck amcanın usta kaleminden tatmış oldum.

Panait Istrati’nin doyumsuz kitapları da listemin içerisinde kendine yer buldu.

Hakan Günday’ın sıradışı romanlarından Malafa adlı kitabı da zevkle okudum.

Halil Cibran’ın Meczup’u ve Gezgin’i de ayrı bir tat verdi.

Elif Şafak’ın hiç romanını okumadım. Belki bir gün okurum; ama denemelerinin hepsini okudum. Son çıkan kitabı da onlardan biriydi: “Sanma ki yalnızsın.” Kitaptan anladığım, yalnızlık konusunda yalnız olmadığımız. Herkes biraz yalnızdır!

Ali Lidar’ı Tesirsiz Parçalar’da tanımıştım. Diğer denemeleri de bu süreçte karşıma çıktı. Z Raporu, Yolun Başı, Alengirli Şiirler ve sevdiği yazarları anlattığı Kişisel Edebiyat Atlası da tam benim sevdiğim kitaplardı.

Ne zamandır aklımda olan Maksim Gorki’nin Ana’sından sonra okumayı istediğim Benim Üniversitelerim de yine okurken elimden bırakamadığım kitaplardandı.

Almanya’da gazetecilik yapan Celal Özcan imzalı Savaşı Sabreden Kazanır adlı kitapla tanıştım. İkinci evliliğini yapmasına rağmen hala ikinci kocasının soyadını taşıyan ve en sevdiği yemekler arasında döner olan Fizik doktoralı Merkel’in hayatını ve Türkiye ile olan ilişkilerini okudum.

İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nı daha ilk cümlesini okuduktan sonra, bana göre değil deyip elden bırakmıştım; ama öyle bir tavsiye bombardımanına tutuldum ki, ona da başladım. İyi ki de başlamışım. Bu arada beni okumaya korkutan cümlesini de buraya alayım da korkumun nereden kaynaklandığını göstereyim: “Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikayet ve beyan…”

Sonra yine bir tavsiye üzerine “Ahşabın Öyküsü” adlı bir kitap okumaya başladım. Kitabın gücünü bu eser sayesinde daha bir net anladım. Nice güzel yazılar ancak bir kitabın kanatları arasına alınırsa daha bir cazip hale geliyor. Bunu da nereden mi çıkardım? Örneğin mizah dergilerinde yazılan uzun yazıları okumayı pek sevmiyorum. Ya da köşe yazılarını takip etmekte zorlandığım bir yazar var diyelim. Bir başka örnek verecek olursam; Ahşap adlı bir dergi var ve ilgi alanıma girmediği için teknik bilgiler içerebileceği düşüncesiyle ya da önyargısıyla uzak dururum; ama bu dergide yer alan bazı yazıların Ahşabın Öyküsü adını alarak bir kitaba dönüştükten sonra ilgimi çekme gücü daha fazladır. Bütün yazıları toplu halde görmek de oldukça avantajlı olur. İşte bu nedenle yazarın kaleminden farklı renklere bulanan ahşabı kitaplaştırılmış yazılarda buldum. Bu kitap sayesinde ahşabın kokusunu içime çeke çeke okudum.

İşte böyle. Bu 69 kitabın hepsine burada değinmem zor olur belki; ama kalan 31’i de tamamlarsam 100’lük bir listeyi sizinle paylaşmak isterim.

Son söz olarak da şunu söylemesem rahat edemem. Ne kadar okuduğumuzdan ziyade neler okuduğumuz daha önemli.