Batılılar Analarının Karnından Kitap Okumayı Severek Mi Doğuyor?

Batılılar Analarının Karnından Kitap Okumayı Severek Mi Doğuyor?

kutupanne.com sitesinde yayınlanan ve oldukça etkileyici olan aşağıdaki yazı umarız meslektaşlarımız tarafından da dikkatle okunur ve her geçen gün gelişen hizmetlerimize yenilerini eklemek için fikirler verir.

“Bu Batılılar nasıl da okuyor!!” denir ya bizde hani.  Metroda okuyorlar, parkta okuyorlar falan diye özenilir.  Analarının karnından böyle doğdukları sanılır.  Ya da “Ana-babaları okuyor, onlar da onları görüyor da ondan okuyorlar” denir.  Külliyen yalan!!  Daha doğrusu kazın ayağı öyle değil.  O kadar basit değil yani işler.  Neler neler yapıyorlar çocuklar okusun diye, bir bilseniz!  Ne mesai veriyorlar, ne çok enerji ve para harcıyorlar bunun için!

Son üç yıldır yaz aylarımı Amerika’nın Pittsburgh şehrinde geçiriyorum.  2011 yazında, orada gördüklerimi çok sevgili Fatih Erdoğan Çocuk İçin Yazmak eğitim grubuna (Mavibigrup) bir e-posta yazarak paylaşmıştım.  Şimdi sizlerle o mesajı paylaşmak istiyorum.  Bakın standart bir Amerikan şehrinde “çocuklar okusun” diye neler yapılıyor!


Temmuz, 2011

İlk önce şehrin ana kütüphanesine gittim:  Carnegie Library.  Bu Carnegie denen adam Pittsburgh’un gelmiş geçmiş en zengin şahsiyetlerinden biri.  Zaten bunlardan 4 adet var; Carnegie (kömür işinden zengin olmuş, Amerika’nın en iyi okullarından biri olan Carnegie-Mellon Üniversitesinin de kurucularından biri), Mellon (Bu da üniversitenin diğer kurucusu, bankacılıktan para yapmış), Heinz (şu meşhur Heinz ketçaplarının sahibi), Frick (Bu da kömür işinden zengin olmuş).  Şimdi bu adamlar zengin olmuş olmasına da parayı şehirlerine saçabildikleri kadar saçmışlar.  Öldükten sonra da vakıfları bu para saçma işini aynı hızla devam ettiriyor.  Neler mi yapmışlar şehre?  Ne siz sorun ne ben söyleyeyim!  Mesela Frick dev gibi büyük bir park bağışlamış.  Adının “park” olduğuna bakmayın, bizim Belgrad Ormanı kıvamında bir şey.  Bir de evini bağışlamış.  Öyle güzel bir bahçesi var ki anlatamam.  Geçen Cuma akşamı halka açık, ücretsiz bir konser dinlemeye gittik.  Herkes piknik örtülerini, masalarını, sandalyelerini getirmiş.  Masaların ortasına çiçek bile getirmişler!

Her neyse, diğerleri neler bağışlamış/yaptırmış?  Bilim Müzesi, Ulusal Doğa Müzesi, Sanat Müzesi, Şehir Tarihi Müzesi, Spor Müzesi, stadyum (lar), parklar, okullar, opera salonu, konser salonu, aile merkezleri…  Ayrıca Çocuk Müzesi, Hayvanat Bahçesi, Botanik Bahçesi, Kuş Cenneti gibi mekanlar da bu 4 zengin değil ama şehrin başka zenginleri tarafından yaptırılmış.  Halktan kazandığını aynen halka iade eden bir grup insan anlayacağınız.  Yaşadığı şehrin insanının iç huzurunu, esetetik değerlerini, aklını, fikrini, yüreğini ferah tutmak için elinden gelen her şeyi yapan “iyi kalpli” zenginler!!  Tüm bu bahsettiğim mekanlar sadece 1.5 milyon insanın yaşadığı bir şehirde halkın emrine amade.  Yani Pittsburgh’u öyle çok büyük bir şehir falan sanmayın.

Her neyse, biz dönelim okuma konusuna…

Öncelikle katıldığım okuma seanslarını anlatmak istiyorum.  Bahsettiğim Carnegie Library’nin merkez binasının (dev gibi, muhteşem bir bina) yanı sıra, şehrin her köşesinde 20den fazla şubesi var.  Her birinde her gün okuma seansları yapılıyor.  Kütüphane görevlileri hem çocuk kitaplarına hayran insanlar hem de bana sorarsanız her biri tiyatrocu!!  Öyle güzel okuyorlar ki kitapları anlatamam.  Hem okuyor hem oynuyorlar.  Ayrıca çocuklara danslar öğretiyorlar, oyunlar oynatıyorlar.  Mesela dün bir kütüphanede konu “Afrika”ydı.  Kütüphane görevlisi hanım bir dolu Afrika kökenli obje getirmiş.  Çocuklara onları gösterdi, Afrika’daki hayatı anlattı (kendisi gitmiş, bir kaç ay Mali’de bir köyde yaşamış).  Afrika hikayeleri okudu.  Elişi çalışmaları yaptırttı.  Bunlar yetmiyormuş gibi bir de üşenmeyip Mali yemekleri pişirmiş, çocuklara ikram etti.  Her hafta başka bir ülkeyi anlatıyorlarmış.  Çarşamba günü gittiğim seanstaki hanım folklorik danslar da öğretti.  Her hafta, her şubede farklı bir ülke işleniyor.  2 hafta sonra Türkiye var.  Konyalı şarkısıyla Konya halk dansları öğretecekmiş Amerikalı kütüphaneci!!

Okuma seansları farklı yaş gruplarına göre düzenleniyor.  Okulöncesi, ilkokul, ergen…  bizim de bildiklerimiz.  İlginç olan “Toddlers” ve “Baby and Me” programı.  İlki 1-2 yaş, ikincisi ise 0-18 ay için düzenleniyor!!  Ayrıca “özel çocuklar” için de okuma seansları yapıyorlar.  Mesela otistik çocuklar.  Ayrıca çocuklara “Sign language” (sağır-dilsiz alfabesi) öğrettikleri bir seans da var kütüphanede!  Bu seans duyamayan çocuklar için değil, tam tersi duyabilenler için düzenleniyor…  duyamayanlarla ilişki kurabilsinler diye!  Ayrıca bazı seanslara müzelerden eğitmenler davet ediliyor;  mesela Doğa Tarihi Müzesi’nden.  Gelip çocuklara mesela dinozorları anlatıyorlar.  Yani “okumak” dört koldan sevdiriliyor.  Kütüphane sadece “kitap”la değil, her türlü “bilgi” ile özdeşleştiriliyor.  “Bilgi edinme”nin zevki tattırılıyor.

Mesela…  ergenler için olan seanslardaki sanat etkinlikleri; film yapımı (filmmaking), bilgisayar oyunları, çizgi roman tartışmaları, fotoğraf stüdyosu, spelling yarışmaları (imla yarışması) gibi şeyler var.  Ergenlerle ilgili en çok ilgimi çeken şey “Nerd Rock” oldu.  Bu yeni bir rock türü.  Kitap odaklı rock!!  Kitap okumayı seven gençler beğendikleri kitaplarla ilgili şarkı sözleri yazıp besteliyorlar.  Benim gittiğim gün kitiphanenin önündeki parkta Harry Potter konseri vardı.  Harry Potter’la ilgili şarkılar yapmış bir grup çocuk konser veriyordu.  Ayrıca bizim eve yürüme mesafesinde olan kütüphanede Çarşamba akşamları ergenler için film gösterimi var.  Beş film çıkarıyorlar, oylama yapılıyor ve seçilen film izleniyor.  Patlamış mısır ve içecek kütüphanenin ikramı.  Bir de kutu oyunu gecesi yapıyorlar.  Çocuklar toplaşıp Monopol falan oynuyorlar.  Ayda bir akşam da çikolata fondü yapıyorlarmış.  Bizde olsa, “çocuklar erimiş çikolataları her yere sürer, kirletir”!! Orada nedense sürmüyorlar!!  Yoksa bizde de sürmezler de biz böyle gereksiz önyargılarla yiyecekleri  kütüphanenin dışında mı tutuyoruz?  Ve hatta çocukları da!!  Ne de olsa onlar da yırtar kitapları, değil mi?!  Bir de Dijital Hikaye Anlatımı konusunda çalışmalar yapılıyor ergenler için.  Hani bizde hep konuşuluyor ya “Çocukları bilgisayarın başından nasıl kaldırıp kitaba oturturuz?” diye.  İşte adamlar yolunu bulmuşlar;  bükemeyeceğin eli sıkacaksın.  Madem bilgisayarla savaşmak çok zor, o zaman barış yapalım.  Bilgisayarla hikayeyi birleştirmek üzerine eğitim veriyorlar çocuklara.  Farklı teknolojileri kullanarak nasıl kitap yazılır/yapılır?  Çocuklar kendi kitaplarını yapmayı öğreniyor.

Yine ergenlerle ilgili hoşuma giden başka bir şey de kütüphanede onların ayrı bir bölümü olması.  O bölüme bir dolu bilgisayar koymuşlar, onların ilgisini çekecek şekilde dekore etmişler.  Mesela kocaman bir armut minder vardı ve bir kızla bir oğlan orada aşna fişne halindeydiJ Kimse de çocukların yanına gidip “Siz napıyosunuz bakiyim burada?  Çabuk kitap okuyun” falan demiyordu!

Başka neler var?  Mesela tüm kütüphalerde yaş gruplarına göre kitap önerilerinde bulunan broşürler dağıtılıyor.  Okula o yıl başlayacak çocuğun anasınıfı-ilkokul 1. Sınıf arasındaki yazı hangi kitaplarla geçirmesi gerektiğini biliyorlar ve bunu annelere öneriyorlar.  Diğer sınıflar da şöyle gruplandırılmış;  1-2. Sınıflar, 2-3. Sınıflar, 3-4. Sınıflar, 4-5. Sınıflar.  Yani her sınıf bir önceki grupla örtüşüyor.  Çünkü kitapların yaş gruplarına göre net çizgilerle ayrılamadığının farkındalar.  Ortaokul için hazırlanmış broşür farklı.  Onun tasarımı daha büyük çocuklara hitap edecek şekilde yapılmış.  Her türlü detaya dikkat ediliyor anlayacağınız.  Ya da temalara göre hazırlanmış çantalar var.  Mesela “arı” çantası.  Arıları çok seven bir çocuk o çantayı alıp evine götürüyor.  Içinden onlarca konusu/başkahramanı arı olan kitap çıkıyor!

Kütüphanlerin okuma kulüpleri var.  Bir kaç çocuktan oluşan gruplar kuruyorlar.  Her hafta bir kitap seçip okuyorlar.  Sonra kütüphanede bir araya gelip kütüphane görevlisiyle birlikte o kitabı tartışıyorlar.

Kütüphanelerde kocaman bir pano yapmışlar.  10 adet kitabı bitiren çocuğun adı küçük bir süslü kağıda yazılıp asılıyor.  Ayrıca başka bir panoda ise “Ben ne okuyorum?” başlıklı küçük not kağıtları gördüm.  Herkes okuduğu kitabı bir cümleyle anlatmış, diğer kütüphane ziyaretçilerine öneride bulunuyor.  Not kağıtları matbu hazırlanmış;  En üstte “Ne Okuyorum?”, altında “Yazarı”, altında “Yorumlar”.

Kütüphanelerde çok hoş başka bir broşür gördüm;  bir yüzünde “Niçin okumalıyız?”, diğer yüzünde “Niçin çocuklarımıza okumalıyız?” sorularının cevapları listelenmiş.  Her gün 6 dakika okumanın stres seviyesini üçte iki miktarında azalttığını ve okuma eyleminin, beynin ön loblarını harekete geçirerek depresyon semptomlarını azalttığını biliyor muydunuz?  Buna bir isim de vermişler:  “Bibliotherapy”.

Family Literacy adında bir dernek anne babalara çocuklarına daha çok kitap okuma konusunda eğitim veriyor.  Kitaplardan nasıl keyif alınacağını, nasıl okunacağını, nasıl seçileceğini falan öğretiyor.  Ailecek akşamları kitapları kullanarak oynanabilecek oyunlar bile tarif ediliyor!  Kitap önerileri de çok ilginç şekilde kategorize edilmiş:  az yazılı-çok resimli kitaplar, çocuğunuzun oynayabileceği kitaplar, tanıdık karakterleri olan kitaplar, vs.  Aynı dernek öğretmenlere de kitap odaklı eğitim önerileri/ders planları veriyor.

Başka bir dernek ise (Kütüphaneciler Derneği) özellikle erken yaş okumasına olağanüstü önem veriyor.  Bunun için üretilmiş programları ve materyalleri dağıtıyorlar…  hem ailelere hem eğitmenlere.

Bir üniversite ise Okuma Becerileri üzerine eğitimler düzenliyor.  Okuma, okuduğunu anlama, hızlı okuma, phonics, kelime hazinesi, ders çalışma metodları, not tutma…  Bu konularda çalışmalar yapıyorlar.  Bu da okulöncesinden başlıyor, lise sona kadar devam ediyor.  Her yaş grubuna göre farklı bir program var.  Malum üniversitelerin eğitim fakültelerinde bu konuda araştırmalar yapılıyor, üniversite öğrencileri eğitiliyor.  İşte tüm bu imkanları teoride bırakmayıp bir de pratikte halkın doğrudan faydalanmasını sağlıyorlar.

Başka bir üniversitenin Eğitim Fakültesi’nde ise Reading Clinic adında bir bölüm var.  Önce bir testle çocuğun okuma ve yazma becerileri ölçülüyor.  Sonra farklı testlerle “okuma-yazma”yla ilgili tutum ve motivasyon seviyeleri belirleniyor.  Sonra da bilişsel becerilerine bakılıyor.  Kurumun görevlileri anne-baba ve çocukla 15 saatlik bir paket dahilinde çalışıp çocuğun okuma-yazma becerilerini ve tutumunu geliştiriyor.

Ağustos ayında Storytelling Festivali düzenliyorlar.  Bu okuma değil, sözlü hikaye anlatımını teşvik etmek için yapılan bir festival.  Bu geleneğin yok olmasını istemiyorlar.  Profesyonel hikaye anlatıcıları gelip 2 gün boyunca hikaye anlatıyorlar.  Tabii konserler, sanat çalışmaları, yeme-içme…  hepsi var.  Bir hikaye şenliği oluyor.

Son olarak ve beni en çok etkileyen:  Bir grup seçmen toplanmış ve önümüzdeki seçimlerde seçmen kağıdına bir referandum sorusu ekletmek için uğraşıyorlar.  Meseleleri şu:  Mülk sahipleri, evlerinin değerinin her $100,000’ı için yılda $25 kütüphane vergisi versin mi?  Bunun için imza topluyorlar.  Gereken sayıya ulaşınca, bu referandum yapılabilecek.  Ve cevap “evet” çıkarsa, kütüphaneler için her yıl çok miktarda para toplanabilecek.  Çünkü Carnegie Amca kütüphaneleri yaptırmış ama idari masraflar için para bırakmamış.  Ve bunu bilerek yapmış.  Çünkü halkın bu kuruluş için parmağını taşın altına sokması gerektiğine inanırmış.  Dedim ya, adamlar her türlü detayı düşünüyorlar!

Ve bir de yaratıcı yazarlık kampları var.  Çocuklar yazı yazmayı öğreniyorlar!!  Ama bu apayrı bir yazıyı hakediyor.  Belki başka bir gün de bunu anlatırım.

————————————-

2011 yazında bunları yazmışım e-postamda…  2 yılda kimbilir neler neler eklendi bunlara!  Ve kimbilir benim görmediğim, duymadığım daha neler neler yapılıyor Pittsburgh’da ve Amerika’nın diğer şehirlerinde.  Mesela Amerika’da doğum yapan bir arkadaşımdan öğrendim ki hastaneden bebekle çıkmadan önce iki şey teslim etmişler anneye:  1) bebeğin aşı karnesi, 2) bebeğe ilkokula başlayana dek okuyacağı kitapların listesi.  Yani adamlar aşı kadar önemli buluyor bebeğe okunacak kitapları.  “Kitap sevgisini aşılamak” denir ya bizde hani, işte o hesap!!  Üstelik dikkatinizi çekerim, ‘ilkokula başlayana dek okunacak kitaplar listesi’nden bahsediyoruz.  Oysa bizde ‘okumayan çocuğa’ kitap alınır mı hiç?  “Hele bi okumayı söksün de sonra alalım” denir.  Oysa Amerikalılar “Çocuklar ebeveynlerinin kucaklarında okura dönüşür” diyorlar.  Yani henüz kucak çocuğuyken kitap okunan çocuk kitapsever oluyor.

Bizde de olacak biliyorum.  Olmaya başladı.  Yavaş yavaş olacak.  Projeler üretilecek, uygulanacak, çocuklar daha çok okuyacak.  Madem konumuz Kütüphane Haftası, ben de kütüphanecilere bir şey söyleyerek bitirmek istiyorum:

Bir gün (yine Amerika’da) bir kütüphane görevlisinin bir tek çocuğun o günkü kitap seçimi için tam 30 dakika harcadığına şahit oldum.  “Al birini oku işte” demedi.  İnce ince anlattı belki on tane farklı kitabı çocuğa.  Tek tek sordu çocuğun zevkini.  Anlattı-dinledi, anlattı-dinledi.  Sonunda bir kitap aldı gitti çocuk.  Tek bir kitap için, sadece tek bir gün okunacak (çünkü ertesi gün onu getirip yenisini alacak) o tek kitap için ne çene döktü!  İşte bence işin özü burada yatıyor.  Çocuğa, kitaba, çocuğun okuyacağı kitaba bunca özen gösterilirse elbet sonuç da iyi oluyor.

 

Yazan: Tülin Kulluk Kozikoğlu

Kaynak