Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik
30 yıllık bir çalışmanın mahsulü olarak Timaş Yayınları tarafından neşredilen “Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik” adlı kitabın yazarı Prof. Dr. İsmail E. Erünsal, I. Mahmud’un Ayasofya, Fatih ve Galatasaray kütüphanelerinin yanında imparatorluğun en uzak bölgelerindeki kalelerde bile kütüphane kuran bir insan olduğunu söylüyor. Çalışmalarını Osmanlı kültür tarihi üzerine teksif eden İSAM Kütüphanesi ilmî danışmanı Prof. Dr. İsmail E. Erünsal’la Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar ve Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri adlı kitaplarından sonra neşrettiği Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik kitabını etrafında konuştuk. Osmanlılarda kütüphane dediğimizde nasıl bir mekan canlandırmalıyız gözümüzde? Biz değerlendirme yaparken hep bugüne bakıp anlamaya çalışıyoruz. En büyük hatamız bu. Kütüphane deyince müstakil, çok katlı, odaları olan, yüzlerce raf vs. bir yer düşünülüyor. Oysa öyle değil… Batı’da da mesela bir manasıtırın bir odasında 50 kitap var, bu da bir kütüphanedir. Bizde kütüphane medrese hoca ve talebelerinin ihtiyaçlarını giderecekleri bir koleksiyon. Bu bazen 50, bazen 100, bazen 150 kitap olur. Mesela bir tekkede Mesnevi, Muhammediyye, Ahmediyye gibi halkın okuyabileceği 30-40 eserden oluşanlara bile kütüphane diyoruz. Bu o döneme göre… Şimdi gülebilirsiniz buna, 40 kitaptan kütüphane mi olur? Ama bugünden bakıp değerlendirmemek lazım. O dönemdeki ihtiyaç o kadar ve ihtiyacı karşılıyor.
3 NESİL KİTAP KURDU SADRAZAMLAR
Osmanlılarda ilk tam teşekküllü kütüphane ne zaman kuruluyor?
Şimdi İstanbul’da külliyelerin içinde müstakilen, bir oda da yer alan kütüphaneler var. Fakat müstakil bir kütüphane için 17. yüzyıla kadar beklememiz gerekecek. Köprülü Mehmed Paşa külliyesini inşa ederken kütüphanesini de buraya vakfediyor, fakat çok geçmeden ölüyor. Yapımı başlayan külliyenin inşasını oğlu kitap meraklısı Fazıl Ahmed Paşa kütüphane binasıyla beraber yaptırıyor. O da ölünce Fazıl Mustafa Paşa tarafından Köprülü Kütüphanesi vakfiyesiyle birlikte resmen kuruluyor. Böyle ilginç de bir hikâyesi var ilk müstakil kütüphanenin…
Kitaplara meraklı padişahlar var mıydı?
Elbette. Burada önceliği Fatih Sultan Mehmed’e vermeliyiz. Pek çok yabancı dil bilmekte, yabancı sanatçı ve ilim insanlarıyla temas halindeydi. Fetih’ten hemen sonra İstanbul’da kurulan ilk kütüphane Fatih’in kurdurduğu Saray Kütüphanesi’dir. Hatta devrin ünlü âlimlerinden Molla Lütfî burada “hafız-ı kütüb” olarak görev yapmıştır. Fatih devrindeki kitap sayısı hakkında maalesef bir bilgimiz yok. Ancak II. Bayezid döneminde 7.200 eserin olduğunu biliyoruz. Buradan yola çıkarak Fatih’in kütüphanesinin de çok zengin olduğu sonucuna varabiliriz. Saray kütüphanesinde sadece İslamî yazma eserler yoktu; Grekçe, Latince, Ermenice, Süryanice, İtalyanca ve İbranice yazılmış yazma eserler de mevcuttu.
KÜTÜPHANELERİN ALTIN ÇAĞI
Başka padişahlar var mı?
Tabii. III. Ahmed, I. Mahmud ve III. Osman dönemlerinde de zengin koleksiyona sahip geniş kadrolu kütüphaneler kuruluyor. Bilhassa I. Mahmud dönemi Osmanlı kütüphaneciliğinin altın çağıdır. I. Mahmud ilme, âlimlere büyük önem vermiş, Yalova Kâğıt Fabrikası’nın kurulmasını sağlamış, matbaa yeniden faaliyete geçirilmişti. Kitaba ve kütüphaneciliğe özel bir ilgisi olduğunu şuradan anlıyoruz: Sultan I. Mahmud Ayasofya, Fatih ve Galatasaray kütüphanelerinin yanında imparatorluğun en uzak bölgelerindeki kalelerde bile kütüphane kuran bir insan! Balkanlarda birkaç kalede kuruyor. Mısır’da güzel bir kütüphane kuruyor. Yine I. Mahmud’un sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa’nın da külliyesinin için de bir kütüphane yer aldığını hatırlatmak isterim.
Bugün yaygın olarak kullanılan “halk kütüphanesi”ni karşılayacak bir sistem var mıydı?
Şimdi bakın, bizim kütüphanelerimizin yüzde 90’ı medreselere hizmet vermek için kurulmuştur. Ancak halk için kurulanlar arasında Cihangir Camii’nde ve Bursa’da Umur Bey’in kurduğu kütüphaneleri zikredebiliriz. Mesela Umur Bey’in kütüphanesinde kitaplar 2’ye ayrılıyor: Medreselilerin okuduğu Arapça kitaplar ve cami cemaatinin okuduğu Türkçe kitaplar, böyle bir ayrım var. Cihangir’deki kütüphanede de 50 kadar kitap var. Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Tahir ile Zühre, Kan Kalesi Cengi gibi kitaplar var. Ve halk için ödünç verilen kitaplar 1 ay gibi bir süreyle sınırlıdır, ancak medreseliler kitaplardan genellikle süresiz olarak istifade edebiliyor.
Sizi kitap kültürü konusunda çalışmaya ne sevk etti?
Ben aslında Osmanlı edebiyatı alanında kariyerime devam edecektim. Ancak rahmetli Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız ağabey beni kütüphaneler tarihi çalışmaya teşvik etti. Kendisi Fransa’ya gittiğinde İslam tarihindeki kütüphanelere dair yapılan çalışmaları incelemişti. Beni de Osmanlılarda bu mevzuyu incelemeye yönlendirdi. “Çalış bu mevzuyu, bir hayrın olsun” dedi. Ben de çalıştım. Bu 30 yıllık bir çalışmanın mahsulü. Ben başladığımda bu konuda rahmetli Müjgan Cumbur ile rahmetli Süheyl Ünver’in bazı çalışmaları vardı. Ancak temelden ele alan bir çalışma yoktu. Ben başladığım zaman herkes bundan birşey çıkmaz diyordu, benim de ümidim yoktu açıkçası. Uzun bir süre pekçok arşiv ve kütüphanede çalıştım. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ni, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul ve İstanbul dışındaki Şer’iye Sicilleri arşivlerini, yerli yabancı seyyahların metinlerini taradım. Ama araştırdıkça çok fazla malzeme çıktı tabii. Bu kitap çıktıktan sonra pek çok arkadaş bu mevzulara eğildi, güzel işler çıkacak gibi duruyor kütüphaneler ve okuma kültürü üzerine…
KÜTÜPHANE DOSTU ZENGİNLER NEREDE?
Son olarak Osmanlılardaki kütüphaneler varlıklarını “vakıf kurumuna” borçlular. Bugün yeteri kadar bu kuruma önem veriliyor mu?
Bütün sosyal faaliyetler vakıf yoluyla yapılıyor Osmanlılarda. Devlet adamları, tüccar, köylüler, ya da yaşlı bir kadıncağız bile bir vakıf kuruyor. O zaman her şey vakıflar eliyle yapıldığı için özeniyor insanlar. Herkes toplumda bir hayır peşinde… Düşünün, Osmanlı’da bir hanımın evi var, kendisi de Kur’an okumayı biliyor, ilmihal bilgileri de yeterli. Hemen bir vakfiye yapıyor, evini vakfediyor ve mahalle çocuklarına Kur’an öğretiyor. Bu kadar basit işte… Ben bugün bu hayır yapma duygusunun gelişmediğini üzülerek görüyorum. Şimdi insanlar “hiç ölmeyecekmiş gibi” yaşıyorlar. İSAM Kütüphanesi kurulduğundan beri ben vazife yapıyorum burada. Fakat bugüne kadar hiçbir zenginden bize ciddi bir destek gelmedi maalesef. Yurtdışında “kütüphane dostu” zenginler vardır, belli dönemlerde bağış yaparlar. Mesela Konya’da valilik yapan Yusuf Ağa bakıyor ki burada pek çok medrese var, ancak iyi bir kütüphane yok, hemen bir bina yapıp kütüphane kuruyor. Meşhur Kavalalı Mehmed Ali Paşa 40 yaşında okuma yazma öğrenip Kavala’da müthiş bir kütüphane kuruyor. Biz maalesef bu “hayır yarışını” bir türlü geliştiremedik.
Kaynak:http://www.yenisafak.com.tr/
Yorum gönder