Yitirilen kitaplar, kaybolan tarih

Yitirilen kitaplar, kaybolan tarih

Mısır Ulusal Arşivi’nin zemin katındaki solgun odada bulunan sivil giyimli güvenlik görevlisi, fotoğraf makineme kuşkuyla bakıyor. Önündeki masada büyük, siyah bir tabanca duruyor. Rehberimle kısa bir tartışmaya girip amirlerine çeşitli telefonlar ettikten sonra, isteksizce, içeri girmeme izin veriyor. Yan odaya alınıyorum. Burada küme küme gazeteler arasında yüzlerine maske, ellerine eldiven takmış, üzerlerine beyaz laboratuvar önlüğü giymiş kadın ve erkekler yoğun şekilde çalışıyor.

Burası bir hastanedeki ameliyathaneyle gazete matbaası arasında bir karışım. Havada yanmış kağıt kokusu var. Bu küçük odada, ülkenin en eski araştırma enstitüsü olan ve Aralık ayında Kahire’nin merkezinde göstericilerle ordu arasında patlak veren çatışmalar sırasında yangın bombası atılan Mısır Enstitüsü’nde tahrip olan antik kitapları ve yazmaların kurtarılabilmesi için hummalı bir çalışma yürütülüyor.

1798’de Napolyon Bonapart tarafından, Fransa’nın Mısır seferi sırasında kurulan enstitü, Avrupa dışındaki en eski sanat ve bilim akademilerinden biriydi. Enstitünün en önemli çalışması olan ve Mısır uygarlığını, doğasını ve o dönemin yaşamını anlatan, 1809 yılından kalma, 23 ciltlik La Description de l’Égypte’in ortaya çıkarılmasına da Napolyon öncülük etmişti. Kitapların yazılması ve hazırlanmasında 150’yi aşkın Fransız bilim adamı çalışmıştı.Son yangında bu kitapların ilk baskısının bir kısmı zarar gördü.

Ender kitaplar, el yazmaları, haritalar

Enstitüde 200 binden fazla, 1500 yıllarına dek uzanan gayet ender başvuru kitapları ve ciltli el yazmaları bulunuyordu. Bu kitaplar, Arapça, Fransızca, İngilizce, Almanya ve Rusça dillerindeydi. Enstitü koleksiyonu arasında el yazısıyla yazılmış mektuplar, seyahatnameler ve on binlerce harita bulunuyordu. Bu haritalar arasında da 1752’den kalma, Yukarı ve Aşağı Mısır’a ait bir atlas ile 1842’den kalma Mısır ve Etiyopya’ya ait bir Alman atlası yer alıyor.

Ulusal Arşiv’de çalışanlar, yangının söndürülmesi sırasında hortumla sıkılan suların ıslattığı kitapları, sayfalardaki nemliliği yavaşça alması için birkaç kat gazeteyle sarıyorlar. Gazetelerle paketlenen kitaplar daha sonra vakumlanmış torbalara yerleştiriliyor. Ötedeki koridora yığın yığın bu naylon paketler dizilmiş. Her bir paket her üç günde bir yeniden açılıyor, kontrol ediliyor, yeniden paketleniyor. Haftalarca süren çileli bir süreç bu. Arşiv bölümünde yalnızca dört vakum makinesi var; görevliler işi bitirebilmek için gecenin geç vakitlerine kadar çalışıyorlar.

Oda kararmış, kömürleşmiş kitap ve kağıt yığınlarıyla dolu. Nereye gitseniz kağıt parçaları görüyorsunuz yerlerde. Artık kurtarılamayacak haldeki tarih parçaları bunlar. Odada parmaklarımın ucuna basarak dikkatle dolaşıyorum. Üzerine bastığım kağıt parçalarının yüzlerce yıllık eserler olduğunun gayet iyi farkındayım. Köşede biri, büyük bir el yazmasının sayfalarını düz kağıtların üzerine seriyor kat kat. Kağıtları kaldırınca köşeleri dağılıveriyor, parçalar ufalanıp yere dökülüyor. Adeta yavaş yavaş siliniyor tarih.

Görülmemiş felâket

Ulusal Arşiv’de, kitap restorasyonu bölümünün başı olan Mona Muhammed Abdo’yla konuşuyorum. Işıltılı gözleri olan, yeşil-mavi başörtülü bir kadın Mona. Yaptığı işe bir ara veriyor, beni gezdirmek için. “Bir felâket bu!” diyor ve sürdürüyor:

“İlk defa bu boyutlarda birşey üzerinde çalışıyorum. İlk birkaç gün 30 kamyon kitap getirildi. Koyacak yerimiz yoktu. Dolayısıyla başlangıçta küflenmesinler diye, doğal yöntemlerle kurutmak zorunda kaldık. Bahçede yerlere ya da binanın çatısına yaydık kitapların yapraklarını, kurusun diye. Bazı kitapları açtığımızda, hala için için yanıyorlardı.”

Bu antik eserlerin kurtarılması çalışmalarına yardımcı olanların çoğu uzmanlar değil; gönüllü olan sıradan Mısırlılar. Son derece güzel yüzlü, uçuk pembe başörtülü, topuklarına kadar inen açık mavi elbiseli, 24 yaşındaki eczacı Büşra, sardığı kağıtlardan başını kaldırıp bana gülümsüyor. “Bu bizim mirasımız, kültürümüz. Çok önemli birşey. Gelip buraya yardımcı olmam şarttı.” diyor. Yolun aşağısında, haftalar sonra bile, hala enstitünün enkazı altında kalmış kitaplar olduğunu görüyorum. Binanın kendisinin yıkılma tehlikesi altında olduğu söyleniyor. Son kat yıkılmış bile.

Ve birçok kitap da öylece, yokolup gitmiş…

Sara Hashash – (Bu yazı 21 Ocak 2012 tarihinde bbc.co.uk sitesinde yayımlanmıştır.)

Kaynak: http://www.edebiyathaber.net/