Bu kütüphanede kitaplar kanlı canlı-Yaşayan Kütüphane

Bu kütüphanede kitaplar kanlı canlı-Yaşayan Kütüphane

Bir kütüphane düşünün, aynı mantıkta gidip kitabınızı seçiyorsunuz. Formu doldurup arzunuzu yetkili şahsa iletiyorsunuz; kitabınızı alınca münasip bir masaya oturuyorsunuz. Her şey aynı, lakin burada kitaplar canlı… Okumak demek, bu projede ‘kitabı’ konuşturmak, merak ettiklerinizi sormanız demek. Amaç birbirini tanımayan iki insanın muhabbeti değil tabii, bu okurla kitap buluşmasında başka bir gaye var. Kitapların hepsi türlü şekillerde toplumsal ayrımcılığa maruz kalan, ‘öteki’ gözüyle bakılan ve sadece bu kimlikleri yüzünden itilen, hayatları zorlaştırılan insanlar; etnik, dinsel, cinsel, kültürel, politik azınlıklar…

Toplum Gönüllüleri Vakfı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi imzalı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı destekli Yaşayan Kütüphane (www.yasayankutuphane.net), ilk kez 2007 Barışarock’ta denendi. Sonra bir Barışarock daha, Gepgenç Festivali, Sivil Sesler, Tüyap Kitap Fuarı derken şimdi de 13-14 ve 16 Şubat’ta 15.00-19.00 saatlerinde !f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali kapsamında, festival merkezi The Hall’da okuyucularını bekleyecekler.Şimdiye kadar Yaşayan Kütüphane’den 150’ye yakın kitap, 2 bin 500’e yakın okuyucu geçti. Orijinal fikir Danimarka’da, etnik çatışmaların yaşandığı ve nihayetinde bir kişinin öldüğü bir mahalle üzerine yapılan çalışmadan doğmuş. Siftah, 2000 Roskilde Festivali. Sonra Avrupa Komisyonu’nun dikkatini çeken proje, ayrımcılığın yaşandığı, nefret suçlarının işlendiği hemen her ülkeye yayılmış. Toplum Gönüllüleri Vakfı, tecrübe kazandığı projenin başka STK’larca da denenmek istenmesi halinde desteğe açık.
Yaşayan Kütüphane Koordinatörü Umut Karapeçe, bu işe girişirken başta bir anket yaparak bir önyargı kataloğu oluşturduklarından bahsediyor. 18-20 konu başlığı böyle çıkmış. Şu an 60’ın üzerinde kitap-insan var listelerinde. Onları seçerken de “Kendi konu başlığına dair düşünen, o konuda faaliyetleri olan, ‘biz’ diye konuşabilecek” kitapları tercih ettiklerini söylüyor.
Bir şikâyet varsa, kimi zaman kara cehaleti ortaya seren sorulardan olabilir. Ya da en demokrat, özgürlükçü, çağdaş görünenlerin içinde uyuyan ayrımcıyı dehşetle fark etmenin hayal kırıklığı anılabilir.
Popüler kitaplar da yerine göre değişiyor. Örneğin Kitap Fuarı’nda en çok lezbiyen kitap ‘okunmuş’; Barışarock’ta eski uyuşturucu bağımlısı… Başka bir faaliyet için zaten toplanmış, çeşitli ama fikren bir nebze açık insanlarla çalışmayı tercih ettiklerini söylüyor: “Radikal yerlerde, örneğin çok milliyetçi bir ortamda yapmak fantezi olur” derken, transseksüel Seyhan Arman kesiyor lafını: “Ben milliyetçi bir ortamda kitap olmayı çok isterim. Evet, zorlanabiliriz ama yapılamaz değil. Belki bu da senin önyargındır…”

‘Çok güzelsin’ ne demek?
Seyhan Arman

“29 yaşındayım, 30 yıldır, ana rahmine düştüğümden beri transsek-süelim. Ama trans geçişimi 2001’de tamamladım.” Seyhan Arman, önceki iki kitap olma tecrübesinde bunun altını çizdiğini söylüyor; sıkılmadan cinsel kimliğine dair genelgeçer ‘tercih’, ‘sapkınlık’ klişelerini karşısındakine izah ediyor.
14 yaşından beri tiyatroyla ilgili; bu uğurda doğduğu Adana’dan İstanbul’a taşınmış. Cem Başeskioğlu’yla çalışmış. Şu ara sinema ve dizi dünyasında. En sinirlendiği de transseksüel rollerinin erkeklere verilmesi. Kadın rolü için zaten ümidi yok.
Arman, varlığıyla, otobüse, metroya binerek aktivizm yaptığını söylüyor. LGBT (Lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel) bireyleri ve HIV+’leri ilgilendiren mücadelelerde zaten aktif. Baba tarafından Kürt ve Alevi, ama bunlar ona göre cinsel kimliğinin gerisinde. Transseksüel bir kitap olarak zaten çok hikâyesi var. Öyle de tatlı anlatıyor ki…
“Konuşkan olduğum için ben lafa giriyorum. Önyargıyla geliyorlar zaten, belki de beni aşağılamaya gelmiş, olabilir. Önce neden bir transseksüel kitap okumak istediğini soruyorum, sonra sıfırdan transseksüellik nedir onu anlatıyorum. Başta tutuk bile olsalar sonra açılıyorlar. Kuaförümü de soran çıkıyor, estetik yaptırıp yaptırmadığımı da. Ailemle ilgili soru geliyor. Cevap vermek istemediğim soru yok. Cinsel hayatla ilgili soru geliyor, kimlerle çıktığımı merak ediyorlar.
Beni başı örtülü hanımlar çok okuyor. Erkeklerden de daha çok gençler… Orta yaşlılar benimle konuşmalarının yanlış algılanabileceğini düşünüyor olabilir. Sevgilisiyle gelen de var.
Önyargılarımın olmadığını düşünürdüm ama onlar beni okurken ben de öğreniyorum. Anne tarafımda bütün akrabalarımın başı kapalıyken ben de ‘türban’ diyordum. Birkaç başı örtülü okurdan türban değil, başörtüsü denmesi gerektiğini öğrendim. Transseksüel bir kadın için ‘dönme’ ne demekse türban da onlar için oymuş çünkü.
Ben seks işçiliği yapmıyorum. Ya da trafik polisi bana hiç ceza kesmedi. Ama bir günde üç ceza kesilen transseksüel arkadaşımı yok sayamam. Ondan da bahsediyorum. Halkımızda sahnedekini alkışlayıp yolda gördüğünün yüzüne tükürme vardır. ‘Ya Seyhan ne kadar farklı…’ demelerini sevmiyorum. Seyhan ya da Bülent Ersoy ya da Tarlabaşı’nda seks işçisi, aramızda fark yok. Ama emin olsunlar, tanısalar Ayşe’nin de başka bir farklılığı var.
Transseksüel deyince insanların aklına gelen eli falçatalı insanlar; travesti dehşeti… Benim bunların içinde olmadığımı düşünüyorlar. Hayır, ben de iki kere televizyona çıktım. Birtakım adamlar iki kadına saldırdıklarında transseksüel arkadaşları-mız tartışırken, tesadüfen ben de oradan geçiyordum, kavgaya karıştım; televizyonda da çok net göründüm. Olabiliyor işte.
Bugüne kadar sadece bir kişinin laf olsun diye geldiğini hissettim, onun dışında canımı sıkan olmadı. Zaten ya saygıdan, ya travesti dehşeti olur diye mi bilmiyorum, korkudan, insanlar çok düzgün davranıyor.
‘Çok güzelsin’ denmesi beni sinir ediyor. Özellikle kadınlar ‘Benden bile güzelsin’ diyor mesela. Bakıyorum, abla sen zaten güzel değilsin ki! Beni erkek gibi gördüğünü, aşağıladığını düşünüyorum o lafla. Kadına benzemişsin demek istiyor. Ya da saçımı peruk sanmaları, yüzümde estetik olduğunu düşünmeleri beni rahatsız ediyor. Aynada kendimi güzel buluyorum tabii ki, ama o lafı fiziksel olarak yüzüne bakılmayacak biri olsaydım dahi söyleyecekti. Samimi gelmiyor yani…”

‘A, sen iyi Kürt’müşsün!’
Serdar Danış

Bir transseksüelin sadece ‘trans’ dönemi bile bir hikâye… Yaşayan Kütüphane’de insanlar bir Kürt’e dair ne merak eder, başlı başına bir merak konusuydu şahsım adına. Hiç mi bir Kürt arkadaşları olmamış mesela…
26 yaşındaki Serdar Danış, Kızıltepe’ye bağlı köyü boşaltıldığı için Mardin merkezde büyüyen bir Kürt. Küçüklükten resim meraklısı, sonra iç mimarlık okumuş, İstanbul’a kadar sürüklenmiş. Fakat gelen sorular mağara seviyesinden başlıyor ne yazık ki…
“Genelde yanlış bilinenler de, önyargılar da çok fazla. Örneğin ‘Siz nasıl yaşıyorsunuz, nerede yaşıyorsunuz?’ diye soran oluyor. Bu projede değil, daha önce, hem de avukat olan bir insan bana ‘Mağarada dışarıyla nasıl iletişim kuruyorsunuz?’ diye sorduğu için alışkınım. Sanki başka bir boyuttayız… Bir de toplumda Kürtler deyince oluşan bir ‘kıro’ anlayışı var. Bunu dile getiren de oluyor. Böyle şeylere cevap vermek benim için zor değil, sakin bir insanım. Bir sürü zorluğu zaten günlük hayatımızda da yaşamışız.
Küçüklüğümden bir resim merakım vardı. Köyde taşlardan heykeller meykeller, kuş figürleri yapardım. Etrafta öyle yol gösteren falan yok. Benimki tamamen çok yalnız kalmaktan ve can sıkıntısından… Sonra Mardin’e taşınınca Mardin Gençlik Kültürevi’nde resim kursuna başladım. Hatta bir süre sonra aynı yerde ben ders vermeye başladım. Böylelikle bir sanat camiasına girmiş bulundum. Bayağı hırs yaptım, ressam olmak istedim, ama sonra iç mimar oldum. Adana’da Güzel Sanatlar okudum. Şimdi de 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Eğitim Yönetmenliği’nde asistanlık yapıyorum.
Bana karşı önyargıları olanlarla konuşmak hoşuma gidiyor. Bütün Kürtleri temsil etmediğimin altını çiziyorum, kendi hayatımı anlatıyorum. Daha önce kitap olduğumda açılım meselesi yoktu ama az da olsa siyasi sorular geliyor. Benimle konuşmalarını istediğim için bana Öcalan’ı sorduklarında vereceğim cevap yok. Öyle ki, ayrılırken bana ‘Sen iyi Kürt’müşsün’ diyen çıkıyor. İyi Kürt-kötü Kürt diye bir şey olabilir mi? İyi insan-kötü insan vardır; ben böyle yaklaşıyorum.
Benim en gıcık aldığım şey, ‘Mardinliyim’ deyince insanların hemen ‘Ay Mardin’i çok severim’ demesi ama hiçbiri gitmemiş. Bir yandan başın okşanıyor, mutlu edilmeye çalışılıyorsun, bir yandan ressam bir Kürt fikrinin bile farklı geldiği insanlar var. Bir kez bir okuyucu Kürt kitabı seçmiş, etrafına bakınıyor, kafasında nasıl bir şekil varsa ‘Merhaba, ben Serdar’ dediğimde afalladı. Bunu hissetmek de iyi bir şey değil.
Bir de çok enteresan bir şeyle karşılaşmıştım. Daha konuşmaya başlarken ‘Benim çok önyargılarım vardır’ diyen bir okuyucum, ‘Kuyruğun nerede?’ diye sormuştu bana. Çok garipti, güldük ama sonra araştırdım, böyle bir söylenti varmış Kürtlerin kuyruğu olduğuna dair… Ya da ‘Sen nasıl üniversiteye girdin, yetenek sınavını nasıl kazandın?’ gibi sorular gelebiliyor. Ne demek, ben de bu ülkede yaşıyorum, sınava girip üniversiteye gidiyorum işte…
Şunu da söylemek lazım; Güzel Sanatlar’da okuyan tek Doğulu bendim, başta tedirgindim, Kürt olduğumu saklamıştım. Bazı şeyler aşılmaya daha yavaş yavaş başlanıyor.”

‘Kütüphane’de kimler var?
Yahudi, feminist, eski uyuşturucu bağımlısı, Ermeni, Alevi, görme engelli, hakem, hemşire, Kürt, şizofren, HIV+, Laz, Rum, bankacı, Arap, avukat, psikolog, sivil toplum kuruluşu çalışanı, lezbiyen, Roman, Türkiye’de yaşayan yabancı, ressam, barmaid, akademisyen, baş örtülü, modacı, Yunan, Çerkez, ÖSS dereceli…

‘Önce tokalaşmayanlar, sonra sarılıyor’
Bir kitap olarak cismiyle insanların karşısına çıkıyor ama hayatını daha da zorlaştırmamak için fotoğraf çektirmek istemedi; ismini de bilmeniz şart değil. Sadece ayrımcılık virüsünden mustarip bir HIV+ olduğunu bilin. 30 yaşında, sivil toplum alanında çalışıyor. O virüsüyle yaşamayı öğrenmiş, ama onun dışındakiler?
“HIV+ bir kişiyle vakit geçiren insanlar önyargı ve negatif ayrımcı tutumlarından daha kolay vazgeçebiliyor. Bir şekilde toplumun dönüşümünü birinci ağızdan yapabilme fırsatı bulmak, benim için bu projenin en motive eden yönü.
Daha önceki kitap olma tecrübemde daha çok virüsü nasıl ve neden kaptığımla ilgili soru geldi. Yanıtlarken doğru cümleleri kurma aşamasında güçlük çekiyordum. HIV+ bireyler uygunsuz davranışları sonucunda bu virüsü almışlar gibi bir anlayış hâkim. Çünkü önce akla cinsel yolla bulaştığı geliyor. Ama kan nakli sırasında almış da olabilirim. Korunmasız cinsel ilişki sonucu bile olsa, bunun şu an yaşadıklarımı değiştirmeyeceğini söyleyerek, böyle soruları cevaplamayı zaman kaybı görüyorum. İnsanlar birçok kronik rahatsızlığa maruz kalabiliyor. Buna harcanacak vakti tedavi, önyargı, tıbbi boyut gibi konular için kullanmak daha yararlı.
Onun dışında en çok merak edilenler ilaçların ne işe yaradığı, yan etkileri… ‘Hayatınızda birisi olduğunda HIV+ olduğunuzu nasıl söyleyebiliyorsunuz, aileniz biliyor mu, ölmekten korkmuyor musunuz, öğrendiğinizde neler hissettiniz’ gibi sorular çoğunlukta. ‘Nasıl test yaptırılır, pozitif çıkarsa tedavi ücreti nedir, hayatın sağlıklı devam etmesi için neler yapmalıyız’ gibi sorularla devam ediyorlar.
Yanlış bilgiler yüzünden virüsün bulaşacağını sanarak ilk görüşmede, elimi uzattığımda sıkmayanlar oluyor. Sonunda gerçekten önyargıyı kırdığımı hissedebiliyorum. Çünkü elimi sıkmaktan çekinen kişi görüşme bittiğinde bir hayranlık ve sevgi seliyle sıkı sıkı sarılıp öpüp kucaklıyor, özür diliyor.
Gerçek hayatta çeşitli ayrımcılık örneklerine maruz kalıyoruz zaten. HIV+ olmam nedeniyle işten çıkarılma riskimin olması, hastanenin farklı bir bölümünde HIV+ olduğumu söylediğimde tedavimin reddedilmeye çalışılması ya da sadece HIV+ olmam sebebiyle en son sıraya alınmak…
HIV’le yaşamak hayatta çok şey de kazandırdı. Dünyayı, çevreyi, insanları farklı görüyorum, algılıyorum. Bu kimliğimi biriyle paylaştığımda koşulsuz sevginin varlığını sınayabileceğim bir güce sahibim. Hastalığımı anlattığımda benden uzaklaşan biri için üzülmüyorum. Çünkü zaten ona hiç sahip olmamışım, o beni kaybetmiş oldu gözüyle bakıyorum, ki bence gerçek de bu.”

Kaynak: http://www.radikal.com.tr