Küreselleşen Dünyada, Üniversiteler ve Kütüphanelerin Rolleri-Prof. Dr. Yaşar Tonta

Küreselleşen Dünyada, Üniversiteler ve Kütüphanelerin Rolleri-Prof. Dr. Yaşar Tonta

Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Yaşar Tonta, Atılım Üniversitesi Kütüphanesi’nin 3 ayda bir yayınlanan e-bültenin de söyleşisi yayınlandı.

Kütüphane Müdürü Nilüfer Ünal: Sayın Hocam öncelikle Üniversitemize hoş geldiniz. Dergimize katkılarınız için çok teşekkür ediyoruz. Günümüz artık evrensel bir dünya. Küreselleşme; belki de vahşi bir küreselleşme var. Üniversiteler de bu küreselleşmede yerini almak zorunda diye düşünüyorum. Tabii ki üniversiteler küreselleşmede yerini alırken kütüphaneler de buna ayak uydurmak durumunda. Eskiden üniversitelerin, bilgiyi aktarmak gibi görevleri varken bugün bilgiyi üretme ve aktarma gibi bir görevi de fazlasıyla var. Artı çevresine katkısı olması gerekiyor böyle roller üstlenmiş bir üniversite söz konusu. Tabii burada kütüphanelerin de çok önemli bir rolü var. Onun için bu küreselleşen ortamda kütüphaneciler nasıl olmalı, nasıl niteliklere sahip olmalılar. Önce bundan başlayalım.

Öncelikle davet ettiğiniz için teşekkür ederim…. Dediğinize katılıyorum, gerçekten de dünya küçüldükçe ya da “düzleştikçe”, biliyorsunuz “düz dünya” diye bir kavram var, iletişim olanakları ve teknolojinin gelişmesi uzağı yakın hale getiriyor. Kuşkusuz bu gelişmeler üniversitelerin kendi içerisine kapalı bir eğitimi sürdüremeyecekleri gerçeğini herkesin gözüne soktu ister istemez. Çünkü şurada oturan bir kişi pekala Oxford’dan eğitim alabilir, Harvard’dan eğitim alabilir. O bakımdan da kendi yağımızla kavrulma, ya da “biz farklıyız” gibi gerekçeler geçerli olmamaya başladı. Türkiye’de son yıllarda Erasmus gibi uluslararası değişim programları çerçevesinde öğrencilerin başka üniversiteleri görmeleri müthiş bir değişim yarattı. Artı, dünya üniversitelerinin bu genç kitleyi çekmek için özellikle uzaktan eğitim yoluyla düzenledikleri programlar biliyorsunuz son derece gözde, onun için de yurt dışındaki üniversiteler Türkiye’de temsilcilik açıyorlar, programlarını tanıtıyorlar, vs.

Çok uzatmadan kütüphanelere gelecek olursak; tabii ki kütüphaneler de yirmi sene önceki kütüphaneler değil; onlar da “düz dünya”da fonksiyonlarını yerine getirmeleri gerektiğinin farkına vardılar. Çünkü kütüphaneler de insanlara bilgi sunma, bilgi hizmetleri sağlama açısından artık tek seçenek değil. Biliyorsunuz, bugün Google ya da Youtube insanlara kütüphanelerin sunabildiğinden daha fazlasını sunan kuruluşlar haline geldi. Bir Google Books projesinde bizim üniversite kütüphanelerimizin sahip olduğu toplam kitap sayısından daha fazla sayıda kitap zaten dijital ortama aktarılmış durumda. Amerikalı kütüphaneci meslektaşların sorduğu soru şu: Yarın öbür gün Google Books aracılığıyla erişilebilen kitap sayısı 35 milyona çıktığında siz rektörünüze gidip yeni bir kütüphane kurulmasını nasıl makul göstereceksiniz? Bu sorular üzerinde düşünmemiz lazım diyorlar. Bence de çok makul bir soru gerçekten de. Evet, kütüphanelerin başka işlevlerinin yanı sıra toplumsal bir işlevi de var. Ama bugün Amerika’daki en zengin Harvard Üniversitesi gibi yerlerde bile 20 milyon civarında kitap var. Burada 35 milyon denmesinin nedeni şu: Yani en büyük üniversite kütüphanesinin barındırdığı kadar kitaba dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir öğrenci erişebilecekse, o zaman siz bulunduğunuz üniversitede kütüphane olarak varlığınızı nasıl makul gösterebileceksiniz? Sanırım sorunun kolay bir cevabı yok. Aslında bütün bunlar sizin küreselleşme diye girişte söz ettiğiniz kavramla çok yakından ilgili. Kütüphanelerin tek seçenek olmamasından dolayı ve çoğu zaman da kendilerine uzak olmasından dolayı, bugün artık insanların ilk baktığı kaynak en kolay erişebildikleri kaynak oluyor. Dolayısıyla kütüphanecilere son derece önemli görevler düşüyor. Kütüphanecilerin “düz dünya”ya kütüphanenin hizmetlerini ve kaynaklarını taşımaları gerekiyor. Nitekim yurt dışındaki birçok kütüphane, kataloglarını, koleksiyonlarını web ortamına, Google ile taranabilen ortama aktarıyorlar ki görünürlükleri artsın. Kütüphanelerin her şeyden önce düz dünyada görevlerini yerine getirebilen, belli bilgi ve becerileri olan kişiler olmaları gerekiyor.

İkincisi; eskiden bizim alanımızda sadece kütüphanecilerin erişim sağlayabildiği birçok kaynağa, hatta çok daha fazlasına bugün herkes erişebiliyor. Böyle olunca bilgi yöneticilerinin işi daha da zorlaşıyor. Çünkü siz bu kaynaklardan sadece bir kısmı konusunda bilgi sahibisiniz. Bu, eğitimde de böyle. Siz bir şey anlatıyorsunuz, öğrencinin sınıfta Internet erişimi var ise anında sizin verdiğiniz adreste böyle bir bilgi olup olmadığını sorgulayabiliyor. Dolayısıyla daha talepkar bir öğrenci kitlesi var. Bu durum kütüphaneler için de geçerli. Mesela basılı atıf dizinleri (citation index), hepimizin okullardan bildiğimiz gibi, kullanması zor kaynaklardı, 10-15 sene öncesine kadar. Ancak atıf dizinleri elektronik ortama atılıp Web of Science ortaya çıktığında artık herkes atıf dizinlerine kolayca erişmeye ve bu kaynakları kullanmaya başladı. Halbuki biz öğrenim yıllarımızda ‘permuterm subject index’, ‘source index’ gibi atıf dizinlerinin farklı ciltlerinin nasıl kullanılacağını uzun uzun öğreniyorduk…İşte elektronik ortam bu gücü sağlıyor kullanıcılara. Bu durumda sizin “artık ben bunun nasıl kullanılacağını biliyorum” demenizin eskisi kadar kıymeti kalmıyor. Bunu söylerken şu noktaya da dikkat çekmekte yarar var: Sanki her şey teknolojiyle ilgili; ağ ve veri iletişimini biliyorsanız, Internet’e hizmetlerinizi taşıyabiliyorsanız bu yeterli gibi anlaşılmasın söylediklerim. Bilgi yöneticilerinin, kütüphanecilerin aslında sahip olması gereken teknolojiden bağımsız birtakım özellikleri de var. Bir takımın parçası olmak, proje odaklı çalışabilmek ve bilgi ve becerilerini kendi başına yenileyebilmek. Proje odaklı çalışabilmek, çünkü kütüphaneler “ben hizmet veriyorum, size uyarsa uyar, uymazsa uymaz” anlayışını terk etmek zorundalar. Neden? Çünkü, örneğin, üniversite içerisinde proje bazlı bir çalışma varsa, o proje için belirli bir takım kuruluyorsa, sizin de bilgi yöneticisi olarak o projenin içerisinde yer almanız, belli kaynaklarla belli hizmetler sağlamanız gerekir. Proje bitince bir başka takım ile çalışmanız gerekir. Dolayısıyla, son derece esnek, öğrenebilen, kendisini yenileyebilen, insan ilişkilerinde iyi, yazılı ve sözlü iletişim kurabilen kütüphanecilere, bilgi yöneticilerine ihtiyaç var. Bu, tabii ki küreselleşmenin getirdiği bir olgu değil. Elbette bu özelliklere daha önceden de ihtiyaç vardı. Ama şimdi çok daha acil bir gereksinim haline geldi. Sizin üniversitenizde de vardır kuşkusuz; insanlar size birçok yoldan ulaşabiliyor. Yani cep telefonunuzdan, video referans hizmetlerinden vs. Dolayısıyla da bu çerçeveden bakıldığında her şeyden önce öğrenmeye açık olmak en büyük özelliklerden biri haline geldi. Ama aynı zamanda insani özellikler, işbirliği, yardımlaşma, esneklik, insan ilişkileri, nezaket… Bunların da temel özellikler olduğunu düşünüyorum.

Aynı fikirdeyim. Mesela en basiti, okuyucu profili. Artık okuyucu profili de değişiyor. Şimdi bizim dönemimizin kullanıcısı var, biz yaştaki insanlar, bilgisayarı pek de bilmeyen kullanamayan bir profil. Hem geçmişte doğmuş, ben öyle diyorum, Internet öncesi doğmuş, ama Internet sonrasını da kapsayan, ikisini de kullanan bir profil var. Bir de çok genç bir nesil; Internet sonrası doğmuş ve elinde işte iPhone vs. çeşitli araçlarla, metroda giderken bile Google’a girip tarama yapabilen okuyucu profili söz konusu. Kütüphaneciye burada çok iş düşüyor tabii, yani işimiz ağırlaşıyor ve farklılaşıyor. Bazen acaba bizim etkimiz kalmayacak mı diye düşünüyorum ve korkuyorum. Tam tersi de düşünülebilir aslında. Ama bunu yapabilmek için iyi hizmet sunan kuruluşların hizmetlere ve kaynaklara erişim kolaylıkları açısından belli bir düzeye gelmesi lazım. Eğer o düzeye gelemezseniz tabii ki iş kalmaz. Niye kalsın ki? Vatandaş cep telefonundan sizin kaynaklarınıza erişebiliyorsa, size niye ihtiyaç duysun? Ama, öte yandan, kullanıcıların bulunduğu ortamlarda biz hizmetlerimizi ve kaynaklarımızı bulundurabiliyorsak, aksine bize daha fazla iş çıkacak. Çünkü, sizin de daha önce belirttiğiniz gibi, her kullanıcı grubu aynı özelliklere sahip değil; elinden tutulması gerekenler var, tutulmaması gerekenler var. Sizden daha fazla kaynaklara erişim şansı olanlar var. Marc Prensky’nin “dijital yerliler” diye adlandırdığı, Internet sonrasında doğan kişiler bunlar. Belki şu anda bilgi hizmeti sunan kişilerin büyük bir kısmı dijital yerli değil, ama yavaş yavaş kendileri dijital yerli olan kütüphaneciler, arşivciler ve bilgi yöneticileri de bilgi hizmeti vermeye başlıyorlar. “Yavaş yavaş” değil aslında, dijital yerliler şu anda 30’lu yaşlarındalar ve önemli bir kısmı da iş piyasasına zaten girmiş durumdalar. Artı, teknolojik açıdan bakıldığında teknolojiyi her yerde kullanan gruplardan bir tanesi gençlerse bir diğeri de daha deneyimli, kıdemli kullanıcılar. Neden? Çünkü sosyal katılımı artırma çabası var. O açıdan bakıldığında da Türkiye’de daha yaşlı grubun da Internet kullanım oranları hatırı sayılır bir şekilde artıyor. Ama belirli bir yaşın üzerindekilerin belki ellerinden tutulması lazım. Bunun yanı sıra, Internet kulanım oranlarında disiplinlere bağlı birtakım farklar da görüyoruz. Dolayısıyla tek ölçüsü olan bir elbiseden söz etmiyoruz. Ama şu bir gerçek ki, zaman geçtikçe bu tür kullanıcılar ve bu kullanıcılara sağlanan hizmetler artık norm haline gelecek. Yani, şu anda kütüphanelerin cep telefonu aracılığıyla hizmet sunması istisnaymış gibi gözüküyorken, zaman içerisinde bu durum normal kabul edilen birşey olacak. Çünkü, projeksiyonlara bakılırsa, 2014 yılına gelindiğinde masaüstü ya da belirli bir yere bağlı, sabit bilgisayarlardan Internet’e erişenlerin oranı cep telefonundan, iPad’den vs. erişenlerden daha aşağıya düşecek. O zaman da siz artık “benim katalog ekranım standart masa üstü bilgisayara göre ayarlandı” diyemeyeceksiniz. Yani, standart ekran boyutunuzu cep telefonuna da uygun hale getirmek zorunda kalacaksınız. Ödünç verme işlemlerinizi ya da e-kitap indirme veya katalog sorgulama özelliklerini ve diğer hizmetleri buna uygun hale getirmek çok uzun zaman da almayacak. Bakın, eskiden “m-libraries” (mobile libraries) başka bir anlama gelirdi (gezici kütüphaneler). Bugün ise “m-libraries” dediğiniz zaman cep telefonu ya da gezgin araçlarla erişilebilen kütüphaneler anlaşılıyor. Bu süreç çok uzun bir zaman almadı; birçoğumuzun profesyonel kariyerleri süresince gerçekleşmiş bir değişiklik bu.

Kütüphaneci Serhat Baytur: O zaman bu bağlamda bir soru sormak istiyorum. Madem böyle bir değişim var ve biz bu değişime ayak uydurmak zorundayız. Tabii, her şey eğitim sistemiyle başlayıp eğitim sistemiyle bitmiyor. Eğitim sistemimizi de ne yönde değiştiriyoruz şu anda? Sizin de öyle çalışmalarınız var, bu konuda sizden bilgi almak isterim. Teşekkür ederim.

Biraz önce küreselleşmeyle ilgili söylenenler ister istemez eğitim alanına da yansıyor. Yansımak zorunda, çünkü eş zamanlı, senkron eğitim, ya da fiziksel olarak bir yerde bulunarak eğitim, artık giderek daha az tercih edilir hale geliyor. Neden? Çünkü kişi günlük yaşamı içerisinde hem başka işler yapmak hem de eğitime zaman ayırmak zorunda. Böyle olunca yüz yüze eğitim, kütüphaneye giderek kaynakları kullanmak vs. eski önemini yitirmeye başladı. Bir noktaya dikkat etmek lazım. Aslına bakılırsa yüz yüze eğitimden daha talepkar, daha fazla kaynağa ihtiyaç duyan, daha pahalı bir seçenek uzaktan eğitim. Türkiye’de bazen bunun tam tersi anlaşılıyor, onun için bunu söylüyorum. Yani, aslına bakılırsa eş zamanlı ya da eş zamanlı olmayan uzaktan eğitim yüz yüze eğitimden daha fazla yatırım yapılması gereken bir alan. Çünkü yüz yüze eğitim için gereken her şeyi yapıyorsunuz, bir de bunun üzerine eğitim malzemesini web aracılığıyla erişilir hale getiriyorsunuz, podcast hazırlıyorsunuz, wiki açıyorsunuz, vs. Dolayısıyla, uzaktan eğitim geleneksel eğitimden daha çok çaba harcanması gereken bir seçenek.

Konuyu bu açıdan ele aldığımızda Bilgi ve Belge Yönetimi eğitimi veren bölümlerin yapması gereken kuşkusuz birçok şey var. En önemlisi, bu zamana kadar geleneksel yönde yürüttüğümüz eğitimin web, cep telefonu gibi mecralardan da erişilebilir hale getirilmesidir. Bunu ABD’de bilgi yönetimi, bilgi bilimi eğitimi veren kuruluşların çoğunda görüyoruz. Bu okullarda en azından belirli derslerin uzaktan alınmasına imkan veren bir yapı ve işleyiş var. Bizde bildiğim kadarıyla henüz böyle bir çalışma yok. Bazı bölümlerde ikinci öğretim olanağı var ama, dediğim gibi, ders kitabını Web’den erişilebilir hale getirmek uzaktan eğitim değil. Uzaktan eğitim deyince yüz yüze eğitimden daha fazla deneyim kazandırıcı bir eğitimden söz ediyoruz. Bunun için sadece programları değiştirmek yeterli değil. Aynı zamanda uzaktan eğitimin gerektirdiği ortamı sağlayabilmek, değişik kişilerin derslerini, bloglarını, konferanslarını eş zamanlı ve etkileşimli olarak izleyebilmek ve bunları derslerin bir parçası haline getirmek, derste verilen malzemeyi okula gelme imkanı bulamayan kişilerin podcast olarak izlemelerini sağlamak ya da Youtube’a koymak… gerekir. Ama gelin görün ki, şu ortamda sıkıntılı noktalardan birisi eğitimcilerin bu becerilerini geliştirmek ise, ikincisi de eğitimcilerden mevcut yüklerine ilaveten bir de bunları yapmalarını istemek… Takdir edersiniz ki, bu zaman alan birşey. Oysa, bazı yabancı üniversitelerde olduğu gibi, üniversitelerimizin bu fonksiyonu yerine getiren birimleri olsa, siz sadece öğretmen olarak üzerinize düşeni yapsanız, onlar geri kalanını halletse, kimse belki de bu kadar direnç göstermez. Ama siz bana yeni beceriler öğrenin, diyorsunuz, dersinin web sayfasını da kendin yap diyorsunuz, podcast’ini de kendin hazırla diyorsunuz, bütün bunları web sayfana koy, herkes erişsin diyorsunuz… Ben o zaman eğitimci olarak esas yapmam gereken şeyi yapmaya zaman bulamıyorum. Dolayısıyla konuya biraz makul bakmak lazım. Yoksa olay sadece hocaların o teknolojik düzeye ulaşmamış olmasından kaynaklanmıyor. Üniversitelerin uzaktan eğitimi kendi fonksiyonlarının bir parçası haline getirmeleri lazım. Siz bir öğretici olarak ben dersimin videoya çekilmesini istiyorum dediğinizde, bu isteği sadece video üretim birimine iletmeniz yeterli olmalı. Bizde böyle bir şey yapabilmek için o malzemenin önce kendi biriminizin malı haline getirilmesi gerekiyor, çünkü üniversitelerin genellikle böyle bir birimi yok. Öyle olunca da bu tür uzaktan eğitim girişimlerimiz maalesef daha etkili olabilecek bir düzeye ulaşamıyor.

Benim merak ettiğim bir konu var, diğer üniversitelerdeki bilgi ve belge yönetimi bölümleriyle işbirliği nasıl, ne aşamada? Öyle bir işbirliğimiz var mı?

Çok kısıtlı diyebilirim. Geleneksel birtakım işbirliği çabaları hep var oldu. Ama bu çabalar genellikle belirli bir ders ya da sınav için bir okuldaki hocanın diğerine gitmesiyle sınırlı kaldı. Buna ek olarak ortak projeler, ortak eğitim programları yürütülmesinde işbirliği yapmak gerekli. Maalesef bu konudaki işbirliği olanaklarını yeterince değerlendiremiyoruz. Bunun temel nedenlerinden biri eğitim programlarımızda aranmalı diye düşünüyorum. Bizde üniversite eğitimi daha çok öğretmeye yönelik. Öyle olunca da her şeyi öğrenciye biz öğretelim diyoruz, bu da başka işlere kalan zamanı azaltıyor. Ama işbirliği konusunda daha iyisi yapılabilir diye düşünüyorum.. Sayın Hocam, bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz. 

Kaynak: Atılım Üniversitesi Kütüphanesi E-Bülteni (Buradan söyleşinin video çekimine de erişmek mümkündür)