Kütüphane Haftası’nda Türkiye

Kütüphane Haftası’nda Türkiye

Günümüz Türk toplumu okuma ve yazmayla yakından ilgilenen, öncelikleri arasında okumaya yazmaya da yer veren bir toplum değil ve geçmişte de böyle olmadı. Kitap, gazete, yazılı ve basılı şeyler bu toplumun ilgi alanlarının en sonuncusunun bile kapsamına girmedi. Hilmi Yavuz’un “Türkiye’de nitelikli okurun sayısı 5 bini geçmez!” sözü doğruya epey yakın. Televizyon dizilerini izlemeye cömertçe zaman harcayan insanlar kitap için hiç vakit bulamadıklarını söyleyebiliyorlar. Bugün yükseköğrenim görmüş gençlerimiz arasında bile üç tane romanı tam olarak okumuş olanların sayısı son derece azdır.

Bu yüzdendir ki ülkemizde gazete, dergi ve kitap tirajları uygar ülkedekilerle karşılaştırılamayacak ölçüde düşüktür. Nüfusu bizden çok daha az Batılı ülkelerde tirajı milyonu aşan birkaç gazete varken bizde tirajı milyonu aşan tek bir gazete bulunmamaktadır. Yaklaşık 75 milyon nüfuslu ülkemizde günlük gazetelerin toplam tirajı 5 milyon civarında. Bu, 15 kişiye bir gazete demektir. Birçok gelişmiş ülkede kişi başına bir veya daha çok gazete düşer. Bizde haftalık, aylık dergilerin tirajları ortalama 5 bin, kitapların ise 2-3 bin civarıdır. Böyle bir ülkede, özgürlüklerin genişletilmeye çalışıldığı bir dönemde, kitaba ve genel olarak okumaya karşı ilgi ve sempatiyi özendirmek gerekirken tam tersi uygulamaların devreye sokulması, akıl tutulması olayının tipik örneğini teşkil etmektedir.

Çok kötü bir imaj
Türkiye, özgürlüğün en kısır, en kısıtlı olduğu devirlerde bile uluslararası toplumun gözünde son kitap yok etme operasyonundaki kadar kötü bir imaj çizmemiştir. Kahramanları iktidarda iken ‘Turgut Nereye Koşuyor?’, ‘Musa’nın Gülü’, ‘Takunyalı Führer’ gibi kitapların yayımlanabildiği bir ülkede ‘İmamın Ordusu’ adında bir kitap yayımlanamıyorsa orada iktidarın gücünü de aşan bir güç ve iradeden bahsetmek abes sayılmamalı. Dijital ortamlardan gün yüzüne çıkmasına izin verilmemeye çalışılan ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabın altından Türkiye’yi yıkmak gibi büyük bir suç da çıksa, ona yönelik kitap düşmanlığı eyleminin bu ülkenin imaj ve itibarına verdiği zararı vermez. Kitap medeniyet demektir. Kitap aydınlık demektir. Stefan Zweig kitabın aydınlığını çok güzel ifade etmiştir: “Henüz hiçbir elektrikli ışık kaynağı incecik bir kitabınki kadar parlak bir aydınlık yaratamamıştır.”

Kitap düşmanlığı, medeniyet düşmanlığının zirvesidir. Kitaptan korkmak, bu nedenle kitapları toplayıp yakmak veya başka türlü yok etmek şeklinde ortaya çıkan kitap düşmanlığı istisnasız her devirde ilkelliğin, çağ dışılığın, karanlığın simgesi olmuştur. Tarihteki istisnasız bütün aydınlık devirler, düşünmenin, yazmanın, kitabın özgür olduğu, saygı duyulduğu devirlerdir. Sabahattin Eyüboğlu’nun deyimiyle, “Kitap bir zehir bile olsa panzehiri yine bir kitaptır”. Onu yok etmek değil… Zamanımızda kitap düşmanlığı dendiğinde akla hep faşizm, nazizm, komünizm gibi totaliter rejimler geliyor. Oysa kitap düşmanlığının tarihi kökleri çok derinlerdedir.

Abbasilerden Endülüs’e
Abbasi Halifeliği (751-1258) döneminde başkent Bağdat, dünyanın en zengin kütüphanelerine sahipti. İlmi ve kültürel çalışmalar dünyanın başka hiçbir yerinde görülemeyecek kadar yoğundu. Gerek din bilimleri gerekse matematik, astronomi, fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi müspet ve sosyal bilimler üzerinde harıl harıl çalışmalar yapılıyordu. Bu arada Eski Yunan uygarlığına ait bütün eserler Arapçaya çevriliyor, üzerlerinde gerekli açıklama ve düzeltmeler yapılarak onlardan yararlanılıyordu. Bütün bu çalışmalar kitaplaştırılıyordu. Yüz binlerce cilt kitap ihtiva eden kütüphaneler oluşmuştu.

Bütün medeniyetlerin olduğu gibi İslam medeniyetinin de itici gücü olan kitaplar iki büyük darbeye, iki büyük barbarlığa hedef olmuşlardır. Bunların ilki, 1258’de vuku bulan Moğol istilasıdır. Cengiz soyundan Hülagu Han liderliğindeki istilacılar görülmemiş bir barbarlıkla bütün Bağdat’ı yağmalamışlar; camileri, köşkleri, sarayları yakıp yıkmışlar; binlerce insanı kılıçtan geçirmişler; Bağdat kütüphanelerinde birikmiş yüz binlerce cilt kitabı da Dicle Nehri’ne dökmüşlerdir. Dicle Nehri bu sebeple haftalarca mürekkep renginde akmıştır.

İkinci büyük darbe ise 15. yüzyıl sonlarında (1492) yaşanmıştır. İspanya’da yaklaşık sekiz yüzyıl sürmüş Müslüman egemenliğine İmparator Şarlken tarafından görülmemiş zulümlerle son verilirken bu medeniyetin vücuda getirdiği çok değerli camiler, köşkler, saraylar tahrip edilmiş; bu arada, Granada’nın Babü’r-Remle Meydanı’nda da Müslüman kütüphanelerinde birikmiş bir milyon cilt kitap yaktırılmıştır. 20. yüzyılın başında, ünlü fizikçi Pierre Curie şunları söylemiştir: “Müslüman Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık.” (Erol Toy, Cumhuriyet gazetesi, 30.7.1979. )

İSMAİL ÖZCAN:(Eğitimci)

Kaynak: http://www.radikal.com.tr