Şehir Kültürü ve Kütüphaneler | Prof. Dr. Bülent Yılmaz

Şehir Kültürü ve Kütüphaneler | Prof. Dr. Bülent Yılmaz

Değerli Meslektaşlar ve Sevgili Öğrencilerim,

56.Kütüphane Haftanızı en içten iyi dileklerimle kutluyorum.

Bildiğiniz üzere bu yıl Kütüphane Haftasının teması “Şehir Kültürü ve Kütüphaneler” olarak belirlenmiş olup, sosyal medya üzerinden kutlanmaya çalışılmaktadır.

Ben de TKD ve KYGM ortaklığı ile bu yıl oluşturulan taslak kutlama programında yer alan ancak ortak program iptal edilince gerçekleştirilemeyen ve bu tema üzerine yapılandırdığım panel konuşmamı kısaca buradan paylaşmayı uygun gördüm.

Şehir/kent ve şehirleşme/kentleşme olguları tarihsel ve sosyolojik bir değişim sürecinin ürünleridir. Atina, Isparta, Sümer, Asur, Babil, Mısır, Hitit, Çin vb. uygarlıklardaki antik dönem şehir devletlerini bir kenara bırakırsak, insanların toplu olarak yaşadıkları, köye göre çok daha fazla/belirli büyüklükteki nüfusu barındıran yerleşme yeri olarak kent ve kentleşme sanayi devriminin yani sanayileşmenin ürünüdür. Ortaçağ tarım toplumunda köylerde son derece kötü koşullarda yaşayan halk, açılan fabrikalarda çalışmak üzere akın ettikleri bu alanlara kentler kurmuşlar, kent yaşamını ve kent kültürünü yani kent yaşama biçimini/tarzını oluşturmaya başlamışlardır.

Kent kavramını uygarlık/medeniyet kavramları ile ilişkilendiren yaklaşımlar da vardır. Bu yaklaşımlar uygarlığın (medeniyetin) kentleşme ile başladığını dile getirmektedir. Latin dillerinde uygarlık “civilization” ve kent “civitas” terimleri ile, Arapçadaki medeniyet, medeni ve kent sözcükleri arasındaki köken benzerliği (Medine “kent” demektir ve  medenileşme anlamındadır) uygarlıkların kentlerden kaynaklandığını düşündürtmektedir.

Kısaca, kent ve kentleşme/kentlileşme insanlığın ikinci büyük devrimi olarak nitelendirilen ve köklü tarihsel-toplumsal değişim sürecini ifade eden sanayileşme sürecinin ürünüdür.

Yüzlerce anlama sahip “kültür” kavramı, burada, “toplumsal yaşamdaki alışkanlıklar, tutumlar, değerler ve yaşama biçimi” olarak sınırlandırılmıştır. Bu durumda, kent kültürü, “bir kentte yaşayan insanların tutumları, değerleri, alışkanlıkları, adetleri, gelenek-görenekleri ve dolayısıyla genel olarak yaşama biçimleri ile bu yaşama biçimini gerçekleştirmek için oluşturduğu kurum-kuruluşlar” anlamına gelir.  Kısaca, kent kültürü demek, kente özgü yaşama biçimi, bu yaşama biçiminin içerdiği kültürel unsurlar ve ilişkiler ile bu yaşama biçimini gerçekleştirmeyi sağlayan kurum-kuruluşlardır.

Kent yapılanması ve kentleşme öncesi tarım toplumunun yerleşme yerleri olan köylerde var olan yaşama biçimi ve kuruluşlar kent ve kentleşme olgusu ile birlikte büyük değişime uğramış, kentlerdeki yaşama biçiminin zorunlu olarak gerektirdiği yeni kurum ve kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Kentler ile birlikte otel, hastane, banka, eczane, okul, belediye, kafe, sinema, tiyatro, vb. pek çok yeni kurum ve kuruluş ortaya çıkmış ya da daha önce basit anlamda var olan bu türden kuruluşlar köklü değişikliklerle modern yapılara kavuşmuştur. Yeni kurum ve kuruluşların yanı sıra kentteki yaşam biçimi köy yaşamına göre çok farklı yeni değerler, tutumlar, alışkanlıklar, vb. yaratmıştır. Köye göre çok büyük yerleşim yerleri olan kentlerde yeni ortak yaşam kuralları, kamu yaşamı, ortak yaşama saygı kavramları çıkmıştır. Sanayileşmenin yarattığı kapitalist toplum ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel olarak örgütlü bir eğitim dizgesi içinde “eğitilmiş” bireye  gereksinim duyar duruma gelmiştir. Bunun sonucu olarak, kentte her bir bireyin  okuryazar kılınması, bunun için ilköğretimin zorunlu ve parasız olarak gerçekleştirilmeye başlanması ancak bunun ötesinde sanayi işgücünün verimliliğini artırdığı bilindiği için orta ve yüksek eğitimin de başlaması süreçleri yaşanmıştır. Bu arada başlangıçta fabrikalarda daha ucuz olduğu için büyük ölçüde kadın ve çocuk çalıştırılması nedeniyle kentlerde işsiz olan yetişkin erkeklerin çeşitli suçlar işlemeye başladıkları, ciddi toplumsal sorunlar yaratmaya başladıkları görülmüştür. Bu türden sorunların çözümü için de yeni kurumlar kurulmuştur.

İşte, modern anlamda kütüphane kurumu bu kent kültürünün ve kentleşme sürecinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.   İlkçağ ve ortaçağ kütüphanelerinin kendine özgü yapıları ayrı tutulursa (ki onların da büyük bölümü Ninova, İskenderiye, Bergama, Efes, Atina, Roma, vb. ünlü kentlerde kurulmuştur) modern kütüphane kurumu kentin ve kentleşmenin ürünüdür.  Özetlemek gerekirse;

  • Kütüphane kurumu, kentlerde yeni yaşam biçiminin (kent kültürünün) gerektirdiği ve her bir bireyin okuryazar yapılması için başlatılan zorunlu ve parasız ilköğretimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yani, kütüphane kurumu, kentlerde başlayan zorunlu ve parasız ilköğretimin onu destekleyen organik bir parçası olarak doğmuştur ve dolayısıyla o, bir kent kurumu, kent kültürünün parçasıdır.
  • Kütüphane (okul, üniversite, milli kütüphaneler) kurumu, ilköğretim dışındaki eğitim ve araştırma süreçlerinin (örgün lise, üniversite ve yaygın eğitimin) de destekleyici, bütünleyici ve organik parçası olarak kentlerde ortaya çıkmıştır.
  • Kütüphane kurumu, ekonomik nedenlerle yani yeni ekonomik yapının (sanayi) eğitilmiş-verimli işgücü gereksinimi sonucu kentlerde ortaya çıkan bir kurumdur.
  • Kütüphane kurumu, kent denilen ve sanayileşme sürecinde ortaya çıkan yerleşim birimleri kentlerdeki yeni toplumsal (sosyal) yaşamın bir parçası olarak kurulmuştur. Kentte yaşayanların bilgi, eğitim, araştırma, kültür ve boş zamanlarını değerlendirmede kullandıkları bir kuruluş olmuştur. Yani, kütüphane, kentteki sosyal yaşamın bir parçası olarak ortaya çıkmıştır.
  • Her kentin kendine özgü özellikleri, “onu, o kent yapan” kültürel kimliği vardır. Kütüphane bir kentin kültürel kimliğinin en önemli parçasıdır. Kütüphane, kentte yaşayan insanlar için kültürel etkinlikler düzenleyen, halkın kültürel yaşama katılımını sağlayan, artıran kuruluşlardır. Kültürel yaşama katılımın düşük olduğu kentlerin kültürel kimliği zayıftır. Bir başka deyişle,  kütüphanesi olmayan bir kentin kültürel kimliği eksik demektir. Dolayısıyla, kütüphane kent kültürünün bir parçasıdır.
  • Uygar bir kent yaşamı, onun gerektirdiği kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilebilecek bir yaşamdır. Uygar kent yaşamı eğitilmiş, kültürlü, kent yaşama biçimini bilen ve benimsemiş, kentlileşmiş, yani kent tutum ve değerleri ile yaşayan insanların başarabileceği bir yaşam biçimidir. Kütüphane, sözü edilen böylesi uygar bir kent yaşamının gerektirdiği kurumlardan birisidir. Çünkü kütüphane bir eğitim ve kültür kurumudur. Kütüphane kentte oturanları kentlileştiren, aktardığı bilgi ve gerçekleştirdiği etkinliklerle onları kentlileştiren, onlara kentli gibi yaşamayı öğreten bir kurumdur. Dolayısıyla, kütüphanesi olmayan bir kentte uygar bir kent yaşamından söz edilemez. Çünkü kütüphane, uygar nitelikli bir kent yaşamını yaratmanın zorunlu kurumudur.

Kısaca, kütüphane kurumu her türü ile kentin, kent kültürünün, kentlileşmenin, kent yaşama biçiminin bir parçasıdır. Kütüphane, kent kültürünü yaratan ve yaşatan bir kurumdur. Kütüphane, kentlere kültürel kimlik kazandıran başlıca kurumlardan birisidir. Bir ülkenin kentleşme/kentlileşme düzeyi, o ülkedeki köylerin ve kasabaların yasalarla kent durumuna dönüştürülmesi ile değil, gerçek kent kimliğinin, kent kültürünün ve kent yaşam biçiminin yaratılması ile olanaklı olduğu unutulmamalıdır. Bunun yaratılmasında ise kütüphane olmazsa olmaz bir kurumdur. Kütüphanesi olmayan, yeterli sayıda kütüphane ile nitelikli kütüphane hizmetleri verilmeyen bir kent gerçek anlamda bir kent değildir.

Kütüphane, kent demektir, kent de kütüphane. Kütüphane kentin ürünüdür, kent de kütüphanenin.

Tekrar etmek gerekirse, bir kenti o kent yapan kurumlardan en önemlisi kütüphanedir. New York Halk Kütüphanesi olmadan New York aynı New York olamazdı. Boston da, antik dönemin İskenderiye, Efes, Bergama kentleri de öyle.

1929 Dünya ekonomik bunalımı döneminde New York Halk Kütüphanesi’nin önünde gitarıyla şarkı söyleyerek, bu kütüphane için yardım toplayan sanatçı aklımızdadır.   İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın yıkılmış şehirlerindeki yıkılmış kütüphanelerin ayakta kalan raflarından kitap almaya çalışan insan fotoğrafları da. Ya da  İkinci Dünya Savaşı sonrası bazı ülkelerin halkına “şimdi ilk inşa edilmesini istediğiniz kurum hangisidir?” diye sorulduğunda “kütüphane” yanıtını veren insanların varlığı da biliniyor.

Günümüzde mimarlık bölümü öğrencilerine bilgisayar ortamında “sanal olarak bir kenti tasarlayın” dendiğinde kentin merkezine ilk olarak yerleştirdikleri kurumlardan birisi de kütüphanedir. Bu tür dijital oyunlarda kütüphaneyi kentin içine ilk sıralarda koymazsanız puanınız düşük olacaktır.

Toplam nüfusu yaklaşık 65 milyon olan Fransa’da 4.000 kişiye 1 halk kütüphanesi düşerken (17.000 halk kütüphanesi vardır), Türkiye’de şehirlerde yaklaşık 40.000 kişiye bir halk kütüphanesi (kentli nüfus 77 milyon (%92.5) ve yaklaşık 2.000 halk ve belediye kütüphanesi vardır) düşmektedir. Bu durumda Türkiye’de halk kütüphanesi sayısının kentleşmeyi ciddi biçimde destekleyecek oranın uzağında olduğu söylenebilir. Diğer deyişle, Türkiye bu halk kütüphanesi sayısıyla kentleşme sürecinde sağlıklı biçimde yol alamaz.

Bir de her bir meslektaşımızın kendisine konu bağlamında şu soruyu sormasında yarar vardır: “Yaşadığım kentte çalıştığım kütüphane olmasaydı, bu kent yine aynı kent olur muydu?” Yanıt çok önemlidir ve “hayır” olması gerekir. Değilse, yapmamız gereken daha çok şey var demektir.

Kütüphane olmadan kentlileşemeyiz, kent kültürünü ve kimliğini oluşturamayız, kentli gibi yaşayamayız.

Kısaca, kütüphane olmadan bir kent, kent olamaz.

Çok daha iyi ve sağlıklı koşullarda nice Kütüphane Haftaları kutlamak dileğiyle.

Saygılarımla,