Okuma, beynin yapısını olumlu etkiliyor-Prof. Dr. Bülent Yılmaz
[avatar user=”byilmaz” /]
Prof.Dr.Bülent YILMAZ
Hacettepe Üniversitesi BBY Bölümü Öğretim Üyesi
Toplumsal ve kültürel temelleri çalışılagelen, akıl/düşünme/kavrama gücü, duygu dünyası, sorgulayıcı kişilik, bireylik, eğitim başarısı, dil gelişimi, iletişim becerileri alanlarında birey ve topluma yönelik işlevsel katkıları kabul edilen okuma eyleminin, insan beyni tarafından gerçekleştirilen çok değişkenli karmaşık bir zihinsel süreç olduğu bilinmektedir. Hatta, bu eylemin beynin “doğal olmayan” olağanüstü başarılarından birisi olduğu sıklıkla dile getirilir. Bu sürecin bilinmeyen yeni ayrıntıları ortaya çıkıyor. Özellikle, yeni nörobiyolojik yaklaşım, bulgu ve yorumlar, okuma olgusunu farklı boyutlarıyla ve daha fazla ciddiye almamızı gerektirmektedir.
Karaçay’ın (2011) bir çalışması bu konuda çok ilginç gelişmeleri özetler niteliktedir. Buna göre, okumaya ilişkin nörolojik/fizyolojik süreç şöyle işliyor:
Okuma, gözlerin yazılı kelimeleri algılamasıyla başlar. Satırları okurken gözlerimiz sayfayı soldan sağa, spazmodik hareket adını verdiğimiz ve saniyede dört beş defa tekrarlanan çok kısa süreli duraksamalarla tarar. Sözcüklerden yansıyan fotonlar retinaya ulaştığında beyaz kâğıt ve üzerindeki siyah harflere ait bilgi retinadaki nöronlar tarafından tüm şekli ile değil, sayısız parçalara ayrılmış bilgi olarak algılanır ve beynin görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezimiz bu bilgileri tekrar bir araya getirir. Bu aşamada bir yandan beynimiz harfleri sese dönüştürürken (fonolojik yol) diğer yandan okunan sözcüklerin ne olduğunu, dağarcığımızdaki sözlüğe başvurarak belirler (leksikal yol). Sonuçta harfler hem belli bir sesi hem de belli bir anlamı olan sözcükler olarak algılanır.
Beyinde iki ayrı bölge
İlginç olan bir diğer nokta, okuma ve yazma işlevlerinin birbirine bağımlı olarak gerçekleşmesine karşın, beyinde bu eylemlerden sorumlu iki ayrı bölgenin bulunmasıdır. Örneğin, “okuma güçlüğü” olarak adlandırılan “aleksi” hastalarının bir bölümü, okuma yeteneğini kaybeder ama yazmada sorun yaşamayabilir. Gerek aleksi gerekse “öğrenme güçlüğü” anlamına gelen “disleksi” üzerine araştırmalar, okumanın nörobiyolojisi hakkında yeni bulgular sundu.
Beyinde rakamlarla harfleri tanımaktan sorumlu bir bölge olduğu, beynin farklı bölgeleri arasında iletişimi sağlayan, beyaz madde adı verilen ve liflerden oluşan yapının bulunduğu, örneğin, görsel bilgiyi “görsel harf merkezine” taşıyan liflerin görülebildiği, “okuma bölgesi”nin, angular gyrus adı verilen ve serebral kortekste, sol paryetal lobun tabanında yer alan bölge olduğu belirtiliyor. Sözü edilen liflerde bir kopukluk olduğunda, okunan yazıya ait görsel bilgi harf merkezine ulaşamıyor, böylece okuma da mümkün olamıyor. Aynı bilgi başka bir kanaldan ulaşınca (el ayasına dokunularak yazılan harfler) okuma gerçekleşmekte. (Karaçay 2011).
Okumaya ilişkin nörobiyolojik süreçlerin anlaşılmasında son yıllarda MR gibi görüntüleme teknolojilerinde gerçekleşen gelişmelerin de büyük payı var. Kişilerin değişik işlevleri yerine getirirken gerçekleşen beyin etkinliklerinin gerçek zamanlı fotoğraflarını çekmek artık olanaklı. Yine, Karaçay’ın aktardığına göre, beyinde harflerin, sözcüklerin ve rakamların görsel algılanması konusundaki çalışmaları ile bilinen ve Reading in the Brain (Beyinde Okuma) adlı kitabın yazarı Fransız bilim insanı Stanislav Dehaene ve çalışma grubu, aleksi hastaları üzerinde böyle bir çalışma gerçekleştirmişler.
Beynin harf kutusu
Bu çerçevede, önce aleksi hastalarının beyin görüntülerini fMRI ile belirleyip farklı hastaların beyin görüntülerini bilgisayar ortamında üç boyutlu olarak karşılaştırıp ortak bölgeleri buldular. Daha sonra bu görüntüleri beyinlerinin benzer bölgelerinde lezyon olan, ama aleksi olamayan hastaların beyin görüntüleri ile karşılaştırdılar. İki görüntü arasında ortak olmayan bölge, aleksiden sorumlu bölge olmalıydı. Bu çalışmanın sonunda aleksi hastalarının hepsinin beyinlerindeki etkilenen bölgenin aynı yer olduğu ortaya çıktı.
Dahaena, ekibinin elde ettiği sonuçlara dayanarak görsel harf merkezini beynin harf kutusu olarak adlandırmaya başladı. Harf kutusu sol oksipito-temporal bölgede yer alıyordu. Okuma dili ister İngilizce, ister Fransızca, ister Çince olsun, harf kutusunun yeri hep aynıydı.
Okuma işleminde harflerin algılanması işin sadece başlangıcıdır. Okumanın gerçekleşmesi çok daha karmaşık bir işlemdir. Dahaena ve grubu okuma işlemini şöyle açıklıyor: Beynin sol oksipito-temporal bölgesinde bulunan harf kutusu, harflerin ve sözcüklerin görsel şekillerini algılıyor. Harf kutusu bu bilgiyi sol yarıkürede bulunan ve sözcük anlamını, ses motiflerini, harflerin seslendirilişini kodlayan çok sayıda değişik bölgeye iletiyor. Dolayısıyla işitme ve konuşma bölgeleri ile doğrudan bağlantılar söz konusu oluyor. Sözcüklerde yüklü anlamların algılanması ve yorumlanması, beynin hafıza ve duygu gibi işlevlerinden sorumlu bölgelerinin katılımını da gerektiriyor. Bu bölgeler arasındaki karşılıklı bilgi akışıyla sadece insan türüne ait bu olağanüstü beceri gerçekleşiyor.
Az okuma- çok okuma
Okumanın nörobiyolojisine ilişkin araştırmaların yoğunlaştığı konulardan birisi de, okuma eyleminin beynin fizyolojisi üzerine etkileridir. Okuyan-okumayan ya da az okuyan-çok okuyan kişilerin beyin yapıları ve zihinsel kapasiteleri arasında bir farklılık olup olmadığı, bu bağlamda araştırılan konular arasında.
Pittsburg’daki Carnegie Mellon Üniversitesi Bilişsel Beyin Görüntüleme Merkezi araştırmacılarından Marcel Just ve Timothy Keller, 8-12 yaşları arasındaki çocuklarda okumanın beyin üzerindeki etkilerini araştırdı.
Bir grup, okuma problemi olan çocuklardan oluşuyordu. Kontrol grubunda ise normal düzeyde okuyabilen çocuklar yer almaktaydı. Araştırmacılar özel bir Manyetik Rezonans Görüntüleme tekniği kullanarak bu çocukların beyinlerini inceledi. Bu teknikle çocukların beyinlerindeki “beyaz madde” adını verdiğimiz, bir bakıma şehirlerarası yollar gibi beynin değişik bölgeleri arasında bilgi akışı sağlayan bölgelere baktılar.
Çalışma, okuması zayıf olan çocukların beyinlerinin beyaz maddesinin yapısal kalitesinin, normal okuyan çocuklarınkine kıyasla daha düşük olduğunu ortaya koydu.
Just ve Keller çalışmanın devamında, okuması zayıf olan çocuklara bir sonraki ders yılında 100 saatlik özel bir program uyguladı. Bu programda öğrenciler belli sözcük ve cümleleri defalarca tekrar edip okumalarını ilerletti. Programın bitiminde çocukların beyin görüntüleri yeniden alındığında, sadece okuma yeteneklerinin değil, beyin dokularının da değiştiği ortaya çıktı.
Yoğun program, bu çocukların beyinlerinin beyaz maddesinde iyileşmeye neden olmuştu, meydana gelen değişiklik önemli düzeydeydi. Daha da önemlisi iyileşme miktarı ile okumadaki ilerleme arasında bire bir bağlantı olmasıydı. Beyinlerinde daha fazla iyileşme olan çocukların, okumalarında da daha fazla iyileşme gözlenmişti.
Böylece okumanın beyinde sadece gri maddeyi değil, sinirler arası bağlantılar olan beyaz maddeyi de etkilediği ortaya çıktı. Yani, okuma, beyinde yapısal değişikliklere neden olmuştu. (Karaçay 2011). Aynı araştırmaya dayanarak, okuma becerisinin sonucu olarak çocuğun zihinsel olarak geliştiği, kendini bilme ve kendini denetleme gibi üst düzey zihinsel etkinliklerinin arttığı belirtilmektedir.
Okuma beyni olumlu değiştiriyor
Okumayı çok üst düzeyde bir öğrenme işlemi olarak tanımlayan Kerr ve arkadaşlarının (2004), “Okuma uygulamalarının okuma verimliliği ve beyin işlevi üzerine etkileri” konulu araştırmalarında, okumanın kısa ve uzun dönemli etkilerini açıklarken, sözcük okuma ile yüklem üretme arasında beyinde görülen işlevsel anatomik farklılıkların yeni bir bakış açısı geliştirebileceğinden söz etmekteler.
Yine, Shaywitz ve arkadaşlarının (2002) gerçekleştirdiği bir başka araştırmada, okuma becerisi ile beynin sol occipitotemporal bölgesindeki önemli eylemlilik (aktivasyon) arasında olumlu bir ilişkinin olduğu ortaya çıktı.
Bu konuda bir başka araştırma ise Dembt, Boynton ve Heeger’e (1997) ait. Onlar, yaptıkları araştırmada, okuma oranlarındaki kişisel farklılıklar ile beyin eylemliliği arasında anlamlı düzeyde ilişki buldu. Bilişsel süreçlerin okuma eylemi ile ilgili olduğu, özellikle dikkati sağlayan beyinsel mekanizmalardaki bozulmaların okuma güçlüklerinde nedensel bir rol oynadığı da, araştırmaların diğer bulgusudur. (Shaywitz ve Shaywitz 2008).
Okuma güçlüklerinin nörobiyolojik nedenleri üzerine yapılan bir başka araştırmada da benzer sonuçlara ulaşıldı. Stein (2002)’a göre, okuma yazma ile ilgili sorunlar, iyi ve kötü okuyucuların beyinleri arasındaki duyusal işlem süreçlerinde görülen ciddi boyutlardaki farklılıklardan kaynaklanıyor. Araştırmada, zayıf okuyucularla iyi okuyucular arasında duyusal, motor ve bilişsel yönlerden bütünsel nitelikli farklılıklar olduğu not edildi.
Okuma kültürü, “bireyin okuma eylemi ile ilişkisinin düzeyi ve niteliği” anlamına gelir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ile ortaya çıkan ve “güçlü okuma kültürünün beyinde olumlu yapısal değişikliklere neden olduğu” sonucu hem bireysel hem de toplumsal düzeyde dikkate alınması gereken bir önceliğe işaret etmektedir. Beyinlerimizdeki “beyaz maddeyi” okuma yoluyla artırmak, yaşadığımız siyahlıkları azaltacaktır!
Kaynakça
Demb†, Jonathan B., Boynton, Geoffrey M. ve David J. Heeger (1997) “Brain activity in visual cortex predicts individual differences in reading performance”, PNAS November 25, 94( 24): 13363-13366.
Karaçay, Bahri. (2011). “Okuyan Beyin” Bilim ve Teknik, Eylül 2011. 20-26.
Kerr, Deborah L. ve başkaları (2004) “Effect of practice on reading performance and brain function”, Neuroreport 22 Mart 2004, 15(14): 607-610.
Shaywitz, Bennett A. ve başkaları (2002) “Disruption of posterior brain systems for reading in children with developmental dyslexia”, Biological Psychiatry, 15 T 2002, 52(2):101-110
Shaywitz, S. A. ve Shaywitz B. A. (2008). “Paying attention to reading: The neurobiology of reading and dyslexia”, Development and Psychopathology 20 (2008), 1329–1349
Stein, John. (2002). “The Neurobiology of reading difficulties”, Neuropsychology and Cognition, 20, Section IV: 199-211
1 yorum